12 Nisan 2016 Salı

A dream within a dream

Bazen insanların bedenlerinin takım elbiseler gibi olduğunu düşünürüm ruhlarına giydikleri... Ve ne yazıktır ki bazılarımızın takımları cafcaflı İtalyan kesimken ve fazlasıyla rahatken içinde, bazısınınki oldukça ucuz ve rahatsızdır kendisine...

Nasıl bir şeydir üzerinde rahatsız, ruhuna hantal, ruhuna sıkışık bir bedenle gezmek bir insan ömrünce...

Hüznünü düşünün bir ruhun kaldırmak istediği gibi kaldıramadığı kollarıyla ve koşmak isteyip koşamadığı nefes nefese ciğerleriyle...

Ve bazen aidiyet özlemini düşünün bir ruhun içinde minik bir serçe, dışı kocaman kanatsız, tüysüz bir insan bedeniyle; çırpsa kollarını gökyüzüne uçamaz, oysa ne gerek vardır ayağa ruhunun gitmek istediği yere... Rüzgarı alıp kanatlarının altına gidecektir de fezaya seyreylemeye alemi kuş bakışı bir kalemde; gidemez... 

Hüznünü düşünün minik bir kuş ruhunun, insan bedenine çakılıp kaldığında yaşayacağı, taş kadar ağır, çıkılması imkansız bir kalıpta, hem de bir ömür...

Belki bazılarımızın ruhlarının bütün o mutsuzluğu, bütün o kederi bundandır... Bir balığın denizin altında nefes alamaması ne korkunç, ne korkunç uçamayan bir kuş olmak ömrünce... Ve bazen ne korkunç, sana dikilmemiş bir takım elbisenin içine sığma çabaları... 

Ve daha da korkunç bir şey var hatrımda, ruhu insan olanın, insan olamaması... Düşünsenize, konuşamadan, koşamadan, yazamadan, seni insan yapan tüm bedensel vasıflarından sıyrılmış bir hayvan bedeninde hapsolmuş...

Ne büyük kahır, ne büyük talihsizlik... Ne dar bir gömlek insana...

Ya insanlığını kaybetmek? Sahibi olduğun, hep sahip olacağını sandığın, varlığıyla kuşatıldığın için varlığını unuttuğun o duygu... İnsan olmayı varlığının esası sandığın...

Vedalar'da bir öykü anlatılır; Indra bir Hint tanrısıdır, gökyüzünden seyrederken dünyayı domuzların neden çamurda yuvarlanmaktan zevk aldıklarını merak eder ve bir domuz bedeninde reenkarne olur; Tanrı olduğunu unutur. Bir domuz eşi, domuz çocukları olur, her gün çamurda yuvarlanır, hayatından çok mutludur. Tanrılar gelip, domuz bedeninde ne yaptığını sorduklarında domuz hayatını bırakmak istemez. Tanrılar onu domuz bedeninden çıkartmak için tüm domuzları öldürürler, indra yas tutar, ağlar üzülür; ta ki kendisini de öldürüp domuz bedeninden çıkartmalarına kadar... Ve domuz olmanın tek yaşam şekli olduğunu sandığı bu korkunç rüyayı komik bulur; tıpkı bizim insan olmayı tek yaşayış şekli zannetmemiz gibi...

İnsan bedeninden bir takım elbise giydiğin şu hayatta, ruhunun insandan başka bir canlının bedenine kapatılması ihtimalinden duyacağın korkunun yersizliğini fark ettiğin an... İnsan olmayı her şey sandığın, sanki o da bir takım elbise değil de teninmiş sanrısına kapıldığın...

Oysa ruh girdiği bedeni evi zanneder, bilmez ne yüce bir ışıktan oluştuğunu, bilemez. Ruhun nitelikleri yoktur aslında, sadece olur. Ve dünyanın, hayatın, bedenin içindeki sen sandığın o ruhun bile varlığından şüpheye düştüğün anda...

Korkma hayat bir rüya... 


"A dream, within a dream..."  

Uyanmak için, farkına varmak zorunda olduğun...