29 Ekim 2022 Cumartesi

Minik Şeyler

 Dünya’dan soğumuştum bir süredir. Uzun ve yoğun bir depresyon sürecindeydim. Neden vardık, olmasaydık ne fark ederdi ki? 

Tatsız tuzsuz bir hayat…


Hiçbir şey yapmak istemedim aylarca da yapmadım açıkçası…

Sonra internetin derinliklerinde bir yerde şunu dinledim; diyordu ki; evren sürekli bir hareket halindedir ve duran şeyleri sevmez. İnsanı aslında mutsuz eden şey hayatın bu akışı içerisinde hareketsiz kalmasıdır. 


Yani sabit bir noktada olamaz. Olmamalı…


Ve ufak şeyleri ne kadar sevdiğimi unuttuğumu fark ettim. 


Macaronu mesela…


Pembe minik macaronlar…


İşte hayat minik bir makarondan ibaret, gökyüzü ile yeryüzü arasına sıkışmış. 

22 Temmuz 2022 Cuma

Hiç sahip olmadığın/olmayacağın bir hayatı yaşamak

 Bende bir kusur var, herkes hep beni övdüğü için mi bilmiyorum, pohpohlanmaya alıştığım için mi yoksa bilmiyorum. Normal hayatımda karşıma çıkan herkesin de çok kolay ikna edilebilir olduğunu zannediyorum. Benden Zeki birisini görünce şaşırıyorum işte… Veya istediğimi almak için yaptığım şeyleri anladığında mesela…

Alttan aldığımı bildiğini öğrenince birinin hayatımın şokunu yaşıyorum.

Garip bir gülümseme var yüzümde sanki bulutların üzerinde bağdaş kurmuş oturuyorum onca sorunum olabilir ama her istediğime sahip gibi hissediyorum. Hatta sanırım başka bir şey istemiyorum. Yastığa başımı koyuyorum sol köşesinde dudaklarımın minik şeytani bi gülümseme… Başımı kaldırıyorum yastıktan sanki üstüme peri tozu serpmişler öyle bir mutluluk.

Ama hırsımdan da ölüyorum, bir çiçeği sever gibi sevemiyorum insanoğlunu… aidiyeti şahsıma ait bir mülkmüşcesine kimsenin dokunmasına izin vermeden sevmek istiyorum. 

Hani ergenmiş gibi lise talebesi… Önce sen kapatalı telefon konuşmaları yapmak uyurken sesini dinlemek ve üstündeki örtüyü çekip omuzların tutulmasın klimadan demek gibi bir şey…

Oysa o neden yaptığımı biliyor bunu, benim alttan alma şeklimin bu olduğunu, tartışarak didişerek biraz kaostan beslenerek gösterdiğimi sevdiğimi insanlara…

Söylemiyor ama anlıyorum sanki söylemesine gerek yokmuş gibi bana… Normalde olduğundan daha tahammülkar olmasından, her şeye karışmasından, varlığını dibime yanaştırmasından…

İnsanların görmediği bir şey görüyorum orada her şeye rağmen, onca öfke, onca küfür, onca hakaret ve sinirden oluşan bulutun arasında…

Sanki gelip beni biraz iyileştirir misin diyor… Yorulmak istemiyorum diyor bana…

Bağdaş kurup oturduğum ışık yüzmesinden bulutun içerisinden bakıyorum. 


Benim olsana sen diyorum içimden, ama içimden…

Bu sefer hiçbir şeyi mahvetmeyeceğim ve her şeyi mükemmel yapacağım biliyorum.

Acelem yok bir bulutta süzülüyorum. Güneş geçiyor, ay geçiyor, günler geçiyor…

Ben hala gülümsüyorum.


Zaten mutluluk dudağımızın kıvrımından minik bir mimikten ibaret belli belirsiz.

21 Haziran 2022 Salı

To be or not to be free

 Bu günlerde ekşi sözlükte Pınar Gültekin cinayetiyle ilgili cezaları az bulup isyan eden insanları okuyorum, bu bloğu da o yüzden yazmak istedim.

Evet bazen televizyondan gazeteden olaylara bakarken her şey olduğundan farklı görülebiliyor, insanlar bir öykünün başını dinlemeden sonunu duyduğunda ortada bir haksızlık olduğuna hükmedebiliyor. Uzaktan bakarken yani aslında her şeyi, herkesi ve her kararı yargılamak daha kolay.

Ama bu ülkede iyi şeyler de oluyor!

Benim için mesela uzun zamandır benim de sorguladığım bir soruydu insanlar gerçekten hak ettikleri cezaları alıyorlar mı sorusu…

Başkaları ne düşünür bilemem bence evet, alıyorlar!

Daha önce size ısrarla beni rahatsız eden birinden bahsetmiştim ve tüm kadınlara seslenmiştim korkmayıp şikayetçi olmaları için…

Size biraz da iyi şeylerden bahsedeyim. Sanal bir kimlik de olsanız size hakaret edilmesi, tehdit edilmeniz bu ülkede suçmuş…

Kadın olarak devletimizin savcıları (henüz tanışmak nasip olmasa da inşallah dava sürecinde kendileri ile tanışacağız) çok kısa sürede bir kadına her türlü iletişim kanalından ulaşmak dahil uzaklaştırma emri çıkartabiliyormuş davalar henüz işleme konulmuş olmasa bile…

Evet kabul ediyorum belki hukuk sistemimiz bu kadar yükü taşımakta zorlanıyor ve kabul ediyorum her meslekle ahlaklı dürüst ön yargısız insanlar olduğu kadar diğerleri de var ama sizce de şikayetçi olduğunuzun kaydı sisteme bile düşmeden, dava detaylarınız ortaya çıkmadan bu kadar hızlı kadını korumak için uzaklaştırma emri verilmesi bile çok büyük bir devrim değil mi?

Aile mahkemelerinin kadının yanında olduğuna olan inandım sayesinde artık kaygı duymuyorum. Spam klasörümü her gün defalarca kontrol etmiyorum, bugün meşgulken arayan numaralardan gelen mesajı görünce fark ettim haftalardır kontrol bile etmemişim. 

Korkmuyorum yani…

Hey dünya ben artık korkmuyorum!

Etrafımda herkes bunun hukukla çözülebilir bir yol olmadığını düşünüyordu. İlgilenmezler, devam eder, Türkiye’de davalar senelerce sürüyor gibi nice laf söylediler. Ben herkese bunu hukukla halletmek istiyorum dedikçe, çözemeyeceğimi söylüyordu herkes.

Evet belki bazı şeyler için geçerli olabilir bu, ama bazı şeyler için de değil!

Bakın! Bu ülkede bir kadın hukukla korkmama özgürlüğünü geri aldı eline…

Bekliyorum, hakaret edilmeme, tehdit edilmeme, rahatsız edilmeme haklarımı da geri almak için, ama barbarlıkla, şiddetle, bana yapıldığı gibi hakaretle küfürle, tehditle, psikolojik şiddetle değil; tam tersine hakla hukukla… avukatla, savcıyla, hakimle…

Bu dünyaya hepimizi bir kadın getirdi, azıcık ufaktan seviyoruz  yani dişil bir bireyi, annemizi, karımızı, kız kardeşimizi, kızımızı…

İnsan olmak azıcık sevmekle başlar zaten…

O yüzden annemiz gibi davranmalıyız tüm insanlara karşımızdaki, karımız, kız kardeşimiz, kızımız…


Yürekten inanıyorum ve sizinle de paylaşmak istiyorum tekrar umudunuzu kırmayın, olumsuz şeyler kadar olumlu şeyler de var hayatta bakacağınız yeri bilirseniz.

En azından deneyin…


Güçlü kadınlar, güçlü anneler yaratır.


Gökyüzünün 7 katından birinden sevgilerle 

14 Mayıs 2022 Cumartesi

Lütfen kıyafetlerimle ilişkimi sorgulamayın

 Beni yakından tanıyanlar bilir itiraf ediyorum ki ben bir alışverişkoliğim. Her insanın belirli hobileri vardır, spor yapmak, kitap okumak, garip Türkçe rap şarkıları dinlemek ve alışveriş yapmak…

Şu an ebeveyn banyolu 3+1 evimde artık yaşlanmaktan göbeği sarkmış birlikte büyüdüğümüz kedimle ve yığınla eşya ile birlikte yaşıyorum.  

Yıllar önce Netflix ve belgeseli yokken marie kondo’nun kitabını almıştım. Her objeyi elimize almamızı, her kıyafeti elimize almamızı ve buna ihtiyacım var mı bunu gerçekten seviyor muyum diye sormamızı istiyordu, ve benim sadece 300 tane sütyenim vardı. 

İşte o zaman anladım ki marie ve ben aynı stage lerden geçemeyeceğiz çünkü önümdeki 5 senemi evde eşya elleyerek geçirmem gerekebilir. Lakin yıllar içerisinde ben de kendime ait bir düzenleme sistemi geliştirdim. 

Bazı insanlar hayran oldular, bazıları bu kadar kuralcı olmanın yorucu olduğunu ve zaman kaybı olduğunu iddia etti ama bu benim hayatımı çok kolaylaştırdı.

Benim kadar çok alışveriş yapıyorsanız ilk olarak İKEA’nın ince plastik askılarından bir ton sipariş vermeniz gerekecek niye mi? Çünkü yer kaplamıyorlar. Böylece dolabınızda( benim bir çift tarafı dolaplı giyinme odam bir portmantom yatak odasında bir üç kapılı dolabım, şifonyerim, makyaj masam ve misafir odamda bazalı bir yatağım ve kıyafet askım var) 

Sırasıyla gidersek beni en çok zorlayan şey iç çamaşırı kostüm sirkülasyonum çünkü hepsini her görüşmeden sonra yıkıyor ve kurutuyorum. Havlu ve çarşaflar yorganlar gibi ürünler harici kurutma makinasına karşıyım.

Neyse bana göre ilk olarak fikren elbiseler, bluzlar, spor taytları, günlük taytlar, kumaş pantolonlar, kot pantolonlar, deriler, etekler, tişörtler, dışarı şortları, ev şortları, tulumlar, sütyenler, külotlar, çoraplar( bende üçe ayrılır kilotlu olanlar babet vs gibi pamuklular ve jartiyer çorapları)

Sonrasında mesleki deformasyon olarak peruklar, kostümler, kostüm olmayan iç çamaşırları, bikini ve deniz kıyafetleri ve sabahlıklar kendi aralarında organize olurlar. Ha bir de ceketler var. Paltoları askılıkta kuru temizleme poşetleri ile saklıyorum.

İşte bu kadar çok şeye sahip olunca her şeyi rengine göre dizmek çok önemli oluyor. Siyah ve beyaz elbiseleri bir yerde, renkli elbiseleri gökkuşağı renk geçişiyle bir yerde toplamak… bu bluzlar için ve tulumlar için de hayat kurtarıcı etekleri de asma yanlısıyım her askıya tek kıyafet olacak şekilde böylece hem sahip olduklarınızı görebilir hem de kombini daha rahat yapabilirsiniz. 

Benim için deriler spor taytları, normal taytlar, spor üstleri, spor sütyenleri, kot pantolonlar ve örme pantolonlar, şortlar her zaman katlanabilir olmuştur. 

Tişörtler büyük handikap yeterince yeriniz varsa asın ama giyerken tekrar ütü isteyecek o yüzden ben katlama yanlısıyım. Çarşaf ve yorganları baza altında saklıyor çantalarım için dolap gözleri kullanıyorum. Beni en çok takılar zorluyor iki kocaman takı gözlü gardrobum olmasına rağmen yine de sığamıyorum böyle durumlarda ahşap kutular temel şeyleri çözüyor yüzük kutusu gibi.

Kayak kıyafeti, bikini gibi kıyafetlerimi büyük ikea boxlarıyla kaldırıyorum. Aynı şey kostüm ve babydoll vs ler için de geçerli kıyafetlerin ufak parçalarını jartiyer kemerleriyle beraber çekmecede saklıyorum ki bulması kolay olsun. 

Yani demem o ki, evet 200 spor taytı, 350 elbise ile yaşayabilirsiniz hem de hiç zorlanmadan. Askı çok önemli askı…

Giyinme odamda bir askı kutum var kıyafeti giyince askıyı oraya atıyorum yıkananlar asılırken acayip kolay oluyor. Böylece sahip olduğunuzu unuttuğunuz kıyafetleri bulabiliyorsunuz. 

Bir gün de size makyaj malzemesi düzenlemeyi anlatayım…

Stressliyken etrafı toparlama dürtüsü olan pinodan sevgilerle 


Işıltılı kıyafetleri siyahla beyazın arasına koyuyorum 🐰 


Shine bright like a diamond

20 Nisan 2022 Çarşamba

Yakamızdan düşmeyen adamlar ya da fazla naz aşık usandırır

 Bazen görüşmelere gidiyorum tatlı bir telaş içerisinde oluyor insanlar çok hoşuma gidiyor ellerinin ayaklarının birbirine dolanması…

Belki çok bunu maddi odaklı bir iş olarak görmediğimden insanların karakterleri kim oldukları daha çok ilgimi çekiyor benim.

Yine böyle yeni tanışmaların birinde bir adamla karşılaştım, bence ilk bakışta normal biriydi, üzerine düşünmedim hemen ısrarla randevu istemesinden istediğini hemen elde etmek istemesinden kıllanmadım. Bu aslında benim için ilk red  flagti. 

Sonra özel hayatından bahsetti ne olursa olsun insanların özel hayatlarının deşifre edilmemesi gerektiğini düşünüyorum bir hastalık korkusundan… yanımdan benim için dua et lütfen beni ara nasıl olduğumu sor diyerek ayrıldı. İnsanız ya her insanın yapacağı gibi durumunu sordum. İyiymiş… her şey bundan sonra başladı…

İlk başta hayatının aşkı olduğuma inandı, beni daha tanımıyorsun bile dedim. Evlenmek istiyorum dedi, evlilik ciddi bir müessese emin misin bir sene iki sene insanlar birbirini tanımadan 15 günde evlenir mi dedim. 

Bu evlilik ısrarları ile geçen 2. Görüşmeden sonra hala zorla yüzük takalım illa evlilik moduna girince ben delirdim. Toptan çıkarttım hayatımdan. 

Berdel mi yapıyoruz ben niye zorla her gün evlilik konuşuyor zorla ne zaman evleneceğiz baskısı yaşıyorum? Evlenmek zorunda mıyım? Belki hazır değilim buna…

Sonra istediği olmadığında hakaret etmeye küfür etmeye başladı. Ertesi gün bunları yapan kendisi değilmiş gibi sinirin geçti mi mesajları atıyordu. Her yerden engelledim. Aklınıza gelebilecek her yerden bir ara iş yeri numarasından bile aradı defalarca aramalar(engelli olduğu için meşgulken arayanlara düşüyor) defalarca mailler…

Hakaret edip tehdit edip sonra kendisine kahve ısmarlamamı istiyor sonra istediği olmadığında beni ifşalamakla kadın cinayetlerinden dem vurmamdan bahsederek beni sindirmeye çalışıyordu. 

Öldürülmekten, tecavüze uğramaktan, başka tür fiziksel saldırılardan kaçmak için önce 2 ay farklı farklı otellerde kaldım sonrasında arada evimi taşıdım. 

Bir görüşmeye gidersem karşıma çıkar beni öldürmeye çalışır korkum yüzünden yeni görüşme kabul etmedim yeni insanlara dönüş yapmadım.

Bu dönem boyunca defalarca hesaplarını engellediğim halde yine yeniden hesaplar açarak beni takip etmeye devam etti. Spam klasöründe hala hiçbir şey olmamış beni tehdit eden görüşmem için şantaj yapan kendisi değilmiş gibi görüşme talebinde bulunduğu mailler duruyor. 

Bana maddi olarak verdiği zararı geçiyorum aylarca korkudan otellerde yaşamak, ev taşımak, adres değiştirmek, evin kapısından çıkarken önüne çıkar mı korkusuyla biber gazıyla gezmek, her kargo veya market siparişinde acaba mı diye sormak… geceleri seni kovaladığı, başka isimle otel odasında öldürmeye çalıştığı kabuslar görmek… 

Ve bunu sadece iki görüşmede 20 günde yaptı ve 4 aydır da hareketlerine devam ediyor. Ne zaman mutlu huzurlu hissetsem hemen yabani bir ot gibi bitiyor yanı başında hayatımın…

Önceleri kimliğim açığa çıkar, devlet zaten kadınları korumuyor diye düşünüp şikayetçi olmuyordum daha fazla saldırganlaşmasın diye… 

Ama konusunda uzman bir avukat tutup bu konuda mutlaka şikayetimi yapıp uzaklaştırma emrini alacağım.


Buradan da benim gibi psikolojik şiddet gören, taciz edilen, takip edilen ve susan diğer tüm kadınlara sesleniyorum!


Bu hayat bizim kimsenin özgürlüğümüzü de huzurumuzu da yaşam tarzımızın zerresini de elimizden almasına izin vermemeliyiz!


Problemli olan bizler değiliz, istenmiyorsun dediğinde gitmeyen, istenmiyorsun dediğinde ısrar eden, istenmiyorsun dediğinde hiç mi ya diye kendine yediremeyen ezik adamlar!


Bizse elimizin altından nice ülkeyi yönetmiş, nice özgürlükler ve haklar kazanmış kadınlarız!


Bir erkeğin arkasına da saklanmak zorunda değiliz çevremizdeki erkeklere de sorunumuzu çözdürmemiz çözüm değil! Asıl çözüm biz kadınlar olarak karşılarına geçip hakla, hukukla, devletin gücüyle bu insanlara direnmek!


Kadın cinayetleri kader değildir. Kadına hakaret eden, küfür eden, tehdit eden her erkek aslında psikolojik şiddet uygulamaktadır ve bu da bir ŞİDDETtir. 

Şiddet sadece Tokat atmak değildir, birisine kevaşe demektir,

Şiddet sadece birisini bıçaklamak değildir, kadın cinayetlerinden dem vuran gerizekalıya bak demektir.


Şiddet gitmesini bilememektir. 


Kadınlarımız için nice Özgür yıllara 

6 Mart 2022 Pazar

Bu bir politik yazıdır

İlk önce şunu söylemeliyim ki, hayatımın hiçbir döneminde insan ırkına değer vermedim, hayatımın neredeyse tamamını mantığımla sürdürdüm ve genel geçer hayat görüşüm de kendi rahatım, kendi yaşam standartlarım ve kendi konforum üzerine kurulu. Dolayısıyla çoğu insani değere sahip değilim. 

Yolda bebeğiyle dilenen bir kadın gördüğümde üzülmem,

Haberlerde Avrupa’ya kaçak göçmen olarak gitmek isterken boğulan bir çocuk bende ağlama isteği yaratmaz,

Düşünün ki covid-19 ortaya çıkıp planlı bir şekilde dünya nüfusunu azaltmak için yapılan bir proje olduğu söylendiğinde mantıklı ama hatalı olduğunu düşündüğümü dile getirmiştim. Bana kalırsa nüfusu azaltmak mantıklıydı ancak ben yaşlı ve hasta insanları öldüren bir virüs yerine beyin kıvrımları az veya gri hücresi az olan insanları öldüren bir virüs tasarlamayı tercih ederdim. Projenin tek hatası müthiş bilgi birikimi ve deneyime sahip doktorları-bilim insanlarını- sanatçıları öldürürken, tükettiği oksijene değmeyen insanların belirtisiz atlatmasıydı. 

Trump Başkan olarak seçildiğinde Çırağan’da çok sevdiğim Amerika’lı bir dostumla beraberdik (yani o gün değildi ama o aralardı) dalga geçerek koskoca Amerika’nın nasıl böyle saldırgan ve aşırı milliyetçi birisini tercih edebildiğini sormuştum. Genelde farklı milletlerden olan insanlarla ülke ve dünya siyaseti üzerine konuşmaktan keyif alırım. Uzun zamandır birbirimizi tanıdığımız için ülkelerinin politikasının bizimkine benzemeye başladığını söyleyip biraz da o dönem Trump’ın öne sürdüğü göçmen politikalarının artık dünya vatandaşı olduğumuz ve milletin-kökenin-ırkın bizi tanımlamak için çok 2. Dünya savaşı dönemi kafası olduğundan bahsetmekteydim. Durdu ve bana dedi ki ben de Trump’a oy verdim, evet bizzat Trump karakterini desteklemiyorum ama politikalarını destekliyorum. Bu şimdi yapılması gereken bir hamle çünkü şimdi yapılmazsa çok geç olacak ülkedeki işsizlik, tüketim-üretim dengesi vs vs…

Genel olarak globalde aslında sadece Türkiye değil tüm ülkeler daha baskın, güçlü karakterli sağ yapıda liderler seçiyorlar ve ülkeler Avrupa da dahil daha milliyetçi oluyor çünkü küresel ısınma, iklim değişikliği, dünyadaki kaynakların azalması uzun vadede başka bir ülkenin vatandaşını değil kendi vatandaşını seçmeni gerektirecek. 

O zaman ben hala bir sevgi kelebeği olduğumdan ve Türkiye henüz mülteci krizi ile sarsılmadığından bana söyledikleri çok da mantıklı gelmemişti! Ama şimdi düşünüyorum da gerçekten mantıklı! 

Kimin görüşü olduğunu hatırlamıyorum ama insanlığın dünyayı bir organizma olarak düşünürsek dünyanın kanseri olduğunu söylüyordu, buna her zaman inanırım. Bir gün Ya dünya kendi bağışıklık sistemi hücreleri ile insanoğlundan kurtulacak ve yeni bir yaşam başlayacak ya da insanlık kanseri bu dünyayı tamamen hasta edip yok edecek. 

Eminim şu an söyleyeceğim şey de çok tepki çekecektir ama ben dünya nüfusunun azaltılması için savaşların da, hastalıkların da, doğal afetlerin de gerekli olduğunu düşünüyorum. 

2018’de küresel ısınmanın geri döndürülemez hale gelmemesi için son 20 senemiz olduğu açıklandı. 

Şu yıllarda yaşadığımız seller, orman yangınları, kuraklık bunun sadece başlangıcı.

Etrafta ülkemizin yeni mülteci akımı Ukraynalılar ile ilgili yazılanları okuyorum. Neymiş modernlermiş, sokakta kimseyi rahatsız etmezlermiş, Avrupa kültürüne sahiplermiş, çoğu eğitimli veya okumuş insanlarmış da gelmelerinde Suriyeli, Afkan veya Pakistanlı kadar problem yokmuş. 

Göçmenlerin/mültecilerin ve ülke dışından alınan göçün sadece kısa vadeli etkilerini konuşuyor insanlar, gözle görülebilir olanlarını…

Sokaktaki insanların arasına karışabilmek gibi, para sahibi olmak gibi… 

Ama kimse göz önünde olmayan etkilerinden bahsetmiyor. 

Her gelen mülteci benim ülkemin hava sahasında karbondioksit salgılıyor, hava kirliliğine sebep oluyor ve ormanların giderek tahrip olduğu şu günlerde çocuklarımızın soluyacağı oksijeni azaltıyor. 

Her gelen mülteci benim ülkemde üretilen tahıl rezervlerini tüketiyor, hayvansal gıdaları tüketiyor. Her gelen mülteci daha fazla metan gazı salınımı demek. Ülkenin kendi kendisine gıda olarak yetemediği için ithal olarak ülkeye alınan gıda demek, gıda fiyatlarının arşa çıkması demek.

Her gelen mülteci ülkenin içme suyu kaynaklarının tüketilmesi demek. İçme suyu kaynaklarımızın 100 senede değil 50 senede bitmesi demek.

Elektrik-su-doğalgaz-petrol-kömür gibi milli kaynaklarımızın tüketilmesi-dışarıya bağımlılığımızın artması ve bunlar için ülke bütçemizden her sene daha fazla harcama yapılması demek.

En basitinden yurtdışından aldığımız ilaçlar için yaptığımız anlaşmaların fiyatlarının uçması demek.

Sağlık sistemimize yük demek, devlet hastanelerinde sıra bulamamak demek

Eğitim sistemimize yük demek çocuklarımızın 20 kişilik sınıflarda değil 50 kişilik sınıflarda okuması demek. 

Konut fiyatlarının-kiraların sürekli olarak yükselmesi demek çünkü barınma ihtiyacı olan milyonlarca yeni insan demek…

Kültürümüzün dejenere olmasına, suç oranlarının artmasına değinmek bile istemiyorum herkesin bildiği şeyler zaten. 

Ben neden daha az kalabalık bir ülkede, daha temiz bir havada, daha temiz sular içerek, daha ucuza beslenerek, daha az karbon salınımı yaparak yaşamak yerine bunu tercih ediyorum?


Savaş benim savaşım değil, halk benim halkım değil, gelen insanlar bana faydası olan insanlar değil. 


Neden kendi geleceğimi düşünmüyorum?


20 sene sonra temiz su arayacaksam başka insanlar şimdi ülkeme geliyor diye, gelmesinler 40 sene sonra arayayım. 

Ülkemin kaynaklarını şimdi başka milletten insanlar tüketsin diye niye gelecek nesilleri açlıkla-susuzlukla-kirlilikle başbaşa bırakıyorum?


Benim kaynaklarım, benim ülkem, benim insanlarım öncelikli kaygım olmamalı mı?

Dünya nüfusunun azaltılması projesini destekliyorum, destekliyorum da projenin artıklarını neden biz ülke olarak besliyoruz onu hiç anlamıyorum.


16 Kasım 2021 Salı

Bugün hava 0’ın altında 10

 https://youtu.be/uABlMrqFbig


Bu blogun şarkısı bu olsun istedim, yarım saat paltosuz sokakta dikildikten sonra içimden söylediğim için bu blog yazılmakta… hala okuyan o çok az sayıdaki insan için, takipçi sayım kadar hit almıyor artık blog eskiden 50 bin okunmaları bulurken hem de… 

Bugünlerde biraz garip sohbetlere dahil olduğumdan minik aydınlanmalar yaşıyorum arada, şunu fark ettim ben bir şey benimle ilgili değilse sanırım onu zerre umursamıyorum.

Dünya bariz benim etrafımda dönüyor ve dönmeyen bir gelişme olduğunda bile bunun kendimle alakalı olma ihtimalini hesaplayıp yine egomu tatmin edecek bir şey arıyorum.

Baya kendini beğenmiş, narsist ve egoistim. Dünyadaki her şey benim etrafımda dönmüyorsa deliye dönüyorum.

Gittiğim pilateste en iyi öğrenci olmak zorundayım, kimsenin yapamadığı hareketi yapmalıyım. 

Fitnessta kızlar hocaya arkamdan popomun gerçek olup olmadığını sormalı veya o kız hergün spor yapıyor değil mi diye merak etmeli beni. Dönüşmek istedikleri ideal insan ben olmalıyım. 

80 kiloyla leg press yapmam yetmez tek bir tane de olsa üstüne hocamın oturduğu videoyu çekmek için o 150-160 kiloyu basmalıyım.

Evcil hayvanına en uzun süre bakan onu en mutlu eden insan ben olmalıyım mesela… her yaş alışını bir Zafer madalyası gibi göğsümde taşırım onlar 12 sene yaşamıyor muydu diyenlere 14 yaşında olduğunu söyleyerek.

Yogada en zor pozları ben yapmalıyım, bacağımı başımın gerisine koymalı, headstandte şaklabanlık yapmalıyım.

Özel ders bile olsa muay thai da en sert ben vurmalıyım kum torbasına dizlerim dirseklerim morarana veya bir yerimi sakatlayana kadar belki de…

İş konusunda da böyleyim asla ikinci kez aynı kostümü görmesin aynı kıyafete denk gelmesin isterim görüştüğüm insan, otel ayakkabısı diye bir şey duydunuz mu hiç? Kostümlerimin iç çamaşırlarımın altına giydiğim her ayakkabı sadece otel odalarında giyilmek üzere alınmış hiç sokak yüzü görmemiş ayakkabılar. Yanında diş fırçası macunu ağız gargarası taşıyanı görmüşsünüzdür de vaginal yıkama jeliyle gezen az bulunur. Hep şaşırır görüştüğüm insanlar kendi anlattıklarını hatırladığım, en son görüşmemizin üzerinden zaman geçse de konuşmaları unutmadığım için oysa ben hafızası en iyi olmak zorundayım. 

Her şeyin en iyisi en başarılısı en harikası olmak kadar yorucu bir şey bilmiyorum bu hayatta… 

Hayatımdaki çoğu şeyi Pınar için yapıyorum. Pınar için sarışınım mesela, uzun saç kullanıyorum. Uzun saçlı olmak için ayrı bu saç rengini korumak için ayrı zaman harcıyorum. 

Pınar olmasa belki bu kadar uzun tırnaklı olmaz, kirpiklerimi taktırmaz düzenli cilt bakımına gitmezdim belki…

Pınar olmasa 3 ayda bir tahlillerimi yaptırmazdım. Belki Pınar olmak fotoğraflarda Pınar gibi görünebilmek için bu kadar spor yapmaz kendimi cipse ve Antep fıstığına verirdim.

Pınar olmak 7/24 neşeli olmak ve muhteşem bir enerji vaat etmek olmasa belki yatakta yatıp Netflix dizileriyle geçirirdim zamanımı. 

Pınar olmasa eminim siyasetin s’sini bile ilgi alanıma sokmazdım. 

Her şeyi sorunsuz ve kusursuz yapma çabam arasında bin parçaya dağılıyorum, parçalarımı topluyorum tekrar birleştirip yoluma devam ediyorum. Her şey Pınar’ın etrafında dönmüyorsa ben artık şaşırıyor olmuşum. O kadar alışmışım uyduların etrafında döndüğü gezegen olmaya. Konu dışı bir kuyruklu yıldız bile olsam aman Allahım ne büyük hengame…

O yüzden bence her meslek dışarıdan göründüğü kadar kolay ve basit değil. Gerçekten bu paraları o kazanıyorsa ben de kazanırım diye düşünmeyin. 

Pınar olmanın eforu sadece saçını boyatıp kaynak taktırıp göğüs silikonuyla bitmiyor. Yüzlerce kitap okumak gerekiyor mesela, yüzlerde güncel olayı takip etmek her konuda bir şey bilmek her türde şarkı dinlemek her çeşit filmi izlemek ve her tür aktiviteye zaman ayırmak demek…

Pınar olmanın arka planında tenis oynamayı öğrenmek de var, ata binmeyi de, okey oynamayı bilmek de var, balık tutmak da el oltasıyla…

Açık denizde kanoyla adanın etrafını turlamış bu insan ki düşünün daha neler saymıyorum size…

Evet insanlar dış görünüşünüz için tercih ediyor sizleri başta ama 100kez bir insanla görüşmek için 100 saat konuşacak hayat tecrübesi de gerekiyor börekli çörekli masa kurmanın yanında…

Düşündüm de, konuştuğum kişi haklı ben egoist ve narsistim belki biraz kendini beğenmiş ve burnu havada olabilirim. 


Ama ben olsan, sen de olmaz mıydın?

Hayatta ne yeterliliğin var, bugüne kadar neyi ne kadar öğrendin ki kendini benimle kıyaslamak haddine olsun değil mi?

Sevgiler evren, bugün kendimi biraz fazla seviyorum.