16 Kasım 2021 Salı

Bugün hava 0’ın altında 10

 https://youtu.be/uABlMrqFbig


Bu blogun şarkısı bu olsun istedim, yarım saat paltosuz sokakta dikildikten sonra içimden söylediğim için bu blog yazılmakta… hala okuyan o çok az sayıdaki insan için, takipçi sayım kadar hit almıyor artık blog eskiden 50 bin okunmaları bulurken hem de… 

Bugünlerde biraz garip sohbetlere dahil olduğumdan minik aydınlanmalar yaşıyorum arada, şunu fark ettim ben bir şey benimle ilgili değilse sanırım onu zerre umursamıyorum.

Dünya bariz benim etrafımda dönüyor ve dönmeyen bir gelişme olduğunda bile bunun kendimle alakalı olma ihtimalini hesaplayıp yine egomu tatmin edecek bir şey arıyorum.

Baya kendini beğenmiş, narsist ve egoistim. Dünyadaki her şey benim etrafımda dönmüyorsa deliye dönüyorum.

Gittiğim pilateste en iyi öğrenci olmak zorundayım, kimsenin yapamadığı hareketi yapmalıyım. 

Fitnessta kızlar hocaya arkamdan popomun gerçek olup olmadığını sormalı veya o kız hergün spor yapıyor değil mi diye merak etmeli beni. Dönüşmek istedikleri ideal insan ben olmalıyım. 

80 kiloyla leg press yapmam yetmez tek bir tane de olsa üstüne hocamın oturduğu videoyu çekmek için o 150-160 kiloyu basmalıyım.

Evcil hayvanına en uzun süre bakan onu en mutlu eden insan ben olmalıyım mesela… her yaş alışını bir Zafer madalyası gibi göğsümde taşırım onlar 12 sene yaşamıyor muydu diyenlere 14 yaşında olduğunu söyleyerek.

Yogada en zor pozları ben yapmalıyım, bacağımı başımın gerisine koymalı, headstandte şaklabanlık yapmalıyım.

Özel ders bile olsa muay thai da en sert ben vurmalıyım kum torbasına dizlerim dirseklerim morarana veya bir yerimi sakatlayana kadar belki de…

İş konusunda da böyleyim asla ikinci kez aynı kostümü görmesin aynı kıyafete denk gelmesin isterim görüştüğüm insan, otel ayakkabısı diye bir şey duydunuz mu hiç? Kostümlerimin iç çamaşırlarımın altına giydiğim her ayakkabı sadece otel odalarında giyilmek üzere alınmış hiç sokak yüzü görmemiş ayakkabılar. Yanında diş fırçası macunu ağız gargarası taşıyanı görmüşsünüzdür de vaginal yıkama jeliyle gezen az bulunur. Hep şaşırır görüştüğüm insanlar kendi anlattıklarını hatırladığım, en son görüşmemizin üzerinden zaman geçse de konuşmaları unutmadığım için oysa ben hafızası en iyi olmak zorundayım. 

Her şeyin en iyisi en başarılısı en harikası olmak kadar yorucu bir şey bilmiyorum bu hayatta… 

Hayatımdaki çoğu şeyi Pınar için yapıyorum. Pınar için sarışınım mesela, uzun saç kullanıyorum. Uzun saçlı olmak için ayrı bu saç rengini korumak için ayrı zaman harcıyorum. 

Pınar olmasa belki bu kadar uzun tırnaklı olmaz, kirpiklerimi taktırmaz düzenli cilt bakımına gitmezdim belki…

Pınar olmasa 3 ayda bir tahlillerimi yaptırmazdım. Belki Pınar olmak fotoğraflarda Pınar gibi görünebilmek için bu kadar spor yapmaz kendimi cipse ve Antep fıstığına verirdim.

Pınar olmak 7/24 neşeli olmak ve muhteşem bir enerji vaat etmek olmasa belki yatakta yatıp Netflix dizileriyle geçirirdim zamanımı. 

Pınar olmasa eminim siyasetin s’sini bile ilgi alanıma sokmazdım. 

Her şeyi sorunsuz ve kusursuz yapma çabam arasında bin parçaya dağılıyorum, parçalarımı topluyorum tekrar birleştirip yoluma devam ediyorum. Her şey Pınar’ın etrafında dönmüyorsa ben artık şaşırıyor olmuşum. O kadar alışmışım uyduların etrafında döndüğü gezegen olmaya. Konu dışı bir kuyruklu yıldız bile olsam aman Allahım ne büyük hengame…

O yüzden bence her meslek dışarıdan göründüğü kadar kolay ve basit değil. Gerçekten bu paraları o kazanıyorsa ben de kazanırım diye düşünmeyin. 

Pınar olmanın eforu sadece saçını boyatıp kaynak taktırıp göğüs silikonuyla bitmiyor. Yüzlerce kitap okumak gerekiyor mesela, yüzlerde güncel olayı takip etmek her konuda bir şey bilmek her türde şarkı dinlemek her çeşit filmi izlemek ve her tür aktiviteye zaman ayırmak demek…

Pınar olmanın arka planında tenis oynamayı öğrenmek de var, ata binmeyi de, okey oynamayı bilmek de var, balık tutmak da el oltasıyla…

Açık denizde kanoyla adanın etrafını turlamış bu insan ki düşünün daha neler saymıyorum size…

Evet insanlar dış görünüşünüz için tercih ediyor sizleri başta ama 100kez bir insanla görüşmek için 100 saat konuşacak hayat tecrübesi de gerekiyor börekli çörekli masa kurmanın yanında…

Düşündüm de, konuştuğum kişi haklı ben egoist ve narsistim belki biraz kendini beğenmiş ve burnu havada olabilirim. 


Ama ben olsan, sen de olmaz mıydın?

Hayatta ne yeterliliğin var, bugüne kadar neyi ne kadar öğrendin ki kendini benimle kıyaslamak haddine olsun değil mi?

Sevgiler evren, bugün kendimi biraz fazla seviyorum.

29 Ekim 2021 Cuma

When you changed….

Bazen insan olmanın diğer herkesim hayatında iyi bir şeye sebep olmaktan ibaret olduğunu düşünüyorum ve buna göre yaşamaya çalışıyorum hayatı…

Herkesi ve her şeyi kurtarmak zorunda bir süper kahraman gibi…

Oysa herkes kurtarılmak istemez ve her şeyin de kurtarılmaya o kadar değer olduğunu söylemek mümkün değil.

Geçenlerde biri bana dedi ki sokakta bulduğu tüm yaralı hayvanları eve götürmeye çalışan bir çocuk gibisin sadece bunu günlük hayatındaki bütün büyüklere yapıyorsun ve çocuk değilsin.

O kadar doğru ki, henüz kendimi kurtarmış değilim ki ben başka birisi üzerinde bir kanaatim olabilsin bir kere…

Kendimle ilgili halletmek istemediğim kusurları örtüp totalde iyi bir insan yüzdesine ulaşmak için çabalayıp didiniyorum hala… 

Gidip Kızılay’a kıyafet bağışlıyor, kapalı ceza evlerine kitap gönderiyor, sokak hayvanlarını besliyor ve kusurlarını gördüğüm her insanı olduğu gibi kabul etmek yerine daha iyi bir versiyonlarına dönüştürmek için gece gündüz uykusuz kalıyor ve bir netflix seri katili kadar manasızca saatlerce spor salonunda ağırlık kaldırıp koşuyorum, oysa cesetleri ortadan kaldırmak gibi bir amacım da olmadığına göre daha güçlü ve daha hızlı olduğumda sanırım hiçbir şey elde etmeyeceğim. 

Kendimle olduğum günlerde budist rahipler gibi kendime yepyeni bir işkence methodu bulup günde tek öğünümü proteine indirip akşam 12 yaşında bir çocuktan erken yatıp elde ettiğimde ne işime yarayacağını bile artık bilmediğim parayı daha fazla kazanmak için çalışıyorum. 

Mükemmel insan olmak için, kusursuz olmak için, karnındaki baklavaları tekrar görmek için saatlerce spor yapan, kültürlü olmak için saatlerce dizi film izleyip kitap okuyan, hem gündemi, hem ekonomiyi, hem siyaseti hem güncel konuları takip edip, güzel görünmek için tırnakçıya ayrı, kuaföre aynı, kirpikçisine kadar uğraşan bir yaratık düşünün….

Uyumadığı zamanlarda da insanları kurtarıyor çünkü o bir süper kahraman… 

Kimse onun ne yapmak istediğini düşünmüyor, en son ne zaman sinemaya gitmiş mesela, en son sevdiği bir tiyatroyu tekrar izlemiş mi? Onu olduğu yerden bir tek özellikle sevdiği bir ressam dışında hiçbir şey kaldıramamış…

Oysa muhteşem olmanın ortasında kendim için yaptığım ve normalde çok sevdiğim şeyler bile keyif vermez olmuş bana masaja gitmek mesela, spa day diyip kendimi saatlerce sauna ve buhar odası arasında mekik dokurken bulmak bile…

Uçağa binmek mesela, insanların saçmalıklarından binlerce feet yukarda olmak bile artık gökyüzüne bakıp en güzel bulut resmini çekmek için harcadığım zaman olmaktan çıkmış ola ola 20 dk fazladan uyuduğum bir taksi koltuğundan hiçbir farkı kalmamış. (Evet sürekli garip yerlerde elime geçen uyuma fırsatlarını değerlendiriyorum)

Birine sarılıp uyumayalı bir ay oldu mu? 

Sarhoş olup kendi etrafımda en son ne zaman dönerek dans ettim acaba?

Arkadaşlar meclisinde deli gibi hepimizin ortak yapmasını gereken tek aktivitenin psikiyatriste gitmek olduğundan bahsediyoruz ama hiçbirimiz mutlu değiliz…

Mutlu olmak ne demek?

Mutlu olmayı ne zaman unuttuk?

Etrafta kendimi adayacak onlarca aday bulup onlarla uğraşırken kendi mutsuzluğuma zaman harcamaktan mı kaçıyorum acaba?

Mutlu olmak bi saksı domates alıp balkonda yetiştirmek kadar basit mi?

Daha karmaşık olmalı mı?

İnsanlar kurtarılmaya değer mi?

İnsanları kendilerinden başka kim kurtarabilir ki yaralı hayvan gibi kucağımda toplayıp iyileşmedikleri için agresifleşip mutsuz oluyorum. 

İnsanların seni yara bandı olarak kullanmalarına izin vermediğinde ve her bulduğun yaralı insanı kurtarmaya çalışmadığında önünde yeni bir yol açılıyor…

Kendini kurtarmak için, kendin için bir şeyler yapıyorsun, kendi mutluluğun için kitap okuyor, kendi mutluluğun için dizi izliyor, kendi mutluluğun için kickbox’ta birilerinin suratını dağıttığını düşünüyorsun…

İşe gelince işle ne kadar ilgilenmek istemezsem o kadar çok ilgileniyorum; ne kadar ilgilenmek istersem elim o kadar Pınar olmaya gitmiyor. 

Eskiler olmasa evden spor dışında bir yere beni çıkartmak o kadar zor ki sadece arkadaşlarım başarıyor. 

Belki bu da böyle bir süreçtir, çevrende arkadaşlarından ve endorfinden başka bir şeyin olmadığı kıvrılıp yatağının ayak ucunda uyuduğun ve sıkıldıkça dönüp dönüp yeni rüyalara daldığın…

Kısaca şunu öğrendim bu ara hiçbir insanı kendinden başkası kurtaramaz. Kurtarmak için verdiğin emek bir yerde yük olur insanlara hep fazlasını beklerler ve hep fazlasını yapmadığında senin kötü karakter olduğun bir sondur bu…


Süper kahraman olmak isterken, birinin hayatında; süper kötülerden biri oluyoruzdur belki… 


Gerçek iyi olmak uzaktan bakıp uzakta iyiysen iyi ol demeyi de içermez mi?!

Hani çocuklarını büyüdükleri için hayata bırakan ebeveyn gibi….

22 Ağustos 2021 Pazar

Stay with it

 Dünyada en tahammül edemediğim insan tipi mutsuz, memnuniyetsiz, tahammülsüz ama hiçbir şeyi değiştirmek istemeyen insanlar. 

Bazıları zannediyor ki mutlu olmak binlerce ihtimalin yolunda gitmesi sayesinde çok azımıza nasip olan bir ayrıcalık; kendilerine nasip olmayan.

Oysa dönüp baksak hayatlarımıza hepimizin belki benim gibi en ufak şeyden mutlu olan insanların hayatında mutsuzlardan daha fazla sebep var mutsuz olmak için.

Mutlu olmak, bilinçli bir tercihtir. 

Memnun olmak gibi…

Gülümsemek gibi…

Neşe ve iyilik saçmak gibi etrafa…

Zorunda değilsin elbette karşına çıkan her şey için minnettar olmaya…

Tanıştığın her iyi insan için şükretmeye…

Ama biliyor musun, elinde sahip olduğun her şeyin kıymetini biliyor, yüksek sesle söylüyor ve değerini gösteriyorken insanlara hayvanlara güzel bir gökyüzüne ve bazen kibarlıklara; emin ol yaşamak tüy kadar hafif oluyor. 

Günlerce azıcık uykuyla ayakta kalıp, son dakikasında yetiştiğim uçak için söylenebilirim elbette ben de mesela… Lanet olsun diyebilirim İstanbul trafiğine, taksicinin açık olan yol aralarında gazı köklememiş olmasına veya x-ray’den geçerken koşmak zorunda olmama…

Ama bence yine iyi uyudum ve son dakika uçağı kaçırmadım evren benim yanımda baksana demek daha müthiş değil mi? Hem ne olabilir ki kaçırırsam bir sonraki uçakla giderim ne yapalım rahatlığıyla…

Veya erken gittiysem havaalanına sabahtan minik bir fırsat kahvaltı yapmak için bu benim hayatımda, uçağı bekledim gereksiz yere 1 saat demek değil, kahvaltıyı da çıkarttım aradan demek. 

Bir şeye nasıl baktığınız sizin mutlu olma veya olmama şeklinizi belirliyor hayatta…

Düşünsenize belki hiç tanışmamış olabilirdik, hiç mail atmamış olabilirsiniz bana yıllarca. Görüşmeden görüşmeye gidip eksik bir şey bulup defalarca yeni birisini anlamakla uğraşacaktınız belki de… 

Hayatımda insanların en çok bir şey söylemek isteyip beni kırmamak için eğilip büküldüğü hallerini izlemekten keyif alıyorum. Uzun zamandır tanısalar da beni hala üzülebileceğimi, söylenen şeye kırılabileceğimi belki yanlış anlayabileceğimi düşünüyorlar… belki hala onları yargılayabileceğimi söyledikleri ile…

Oysa ortada koskocaman duran bir kabullenmenin içindeyim, nehirde süzülen bir yaprak gibi… ne hiçbir şey şaşırtabilir beni, ne üzebilir insanların soruları-fikirleri… 

O kadar oturmuş o kadar sabit ki tavrım ne kadar zorlasan da sınırlarımı değişmeyecek… Seni sevmeye karar verdiysem insan olarak ne olduğun, ne söylediğin, ne yaptığın beni asla başka bir düşünceye itmeyecek. Bunun insana huzur vermesi gerekmez mi?

Her şeyi ile kabullenilmiş olmanın huzuru… 

Her hatası, her yanlışı, her kusuru, her manasız davranışı ile varolabilme özgürlüğü…

Belki kendini bu kadar kabul etmiş olman, kendi hatalarını, kusurlarını bu kadar seviyor olman batıyor bazılarının gözüne…

Ben bile kendimi sevemezken, ben bile kendimden nefret ederken nasıl beni bu şekilde kabul edebilir diye…

Niye kabul eder diye belki, niye sever diye…

İnsanların gözlerinde görebiliyorsun aslında sevilmemem lazım hissini, yalnız bırakılmam, kabullenilmemem, eleştirilmem, kınanmam lazım hissini… 

Oysa insan olmak ne zamandan beri kusursuz olmak oldu?

Var mıydı böyle bir insan?

Olabilir miydi?

Ve neden her kusurunu gördüğünde karşındakinin değiştirmek isterdi muhattabı, neden olduğu gibi bırakmazdı karşısındakini…

Hem zaten başka bir insanı değiştirmek mümkün müydü?

İşte insanı mutsuz eden bu, gördüğümüz karşılaştığımız karakterler içinden parçalar topluyoruz ideal insan için, ortaya karışık bir karakter cümbüşü… sonra elimizdeki insanı eğip bükemediğimiz için mutsuz oluyoruz. Çünkü insanın ham maddesi kırılmaya müsaittir, bükülmeye değil. İsyan etmeye müsaittir itaat etmeye değil. 

Birilerini alıp olduğu gibi sevmek yerine değiştirmek istiyoruz, ilk aldığımız insanı sevdiğimizden değil bir proje gibi başka bir şeye dönüştürme ihtimalini sevdiğimizden tutuyoruz hayatlarımızda. 

Sonra, istediğimiz kılığa bürünmediğinde ademoğlu yeni bir proje arıyoruz. Kalamıyoruz kabullenerek, kabullenemiyoruz.

Oysa başından beri aynı değil mi karşındaki insan? 

Başıyla sonu arasında insan ilişkilerinin neden karşındakinin değişmiyor oluşuna şaşırıp hayal kırıklığı yaşıyor?

Olanı hayatın her anında kabul etse, her şeyi beklese karşısındakinden, sevgiyi de, ihaneti de, kıskançlığı da, nankörlüğü de, sadakati de, huzuru da veya siniri de… 

Ve oturup kalsa bu hislerle birlikte değiştirmeden, değiştirmek istemeden, kabul etmeye çalışarak, tepki vermeden….

Ve oturup kalınca yeterince zaman görse keşke tüm hislerin de geçici olduğunu ve dönüşebildiğini başka bir şeye…

Yeterince bekleyince insan negatif duyguların da yavaş yavaş silinmeye başladığını görse…

Ve her şey gittiğinde, tüm duygular, tüm eylemler, tüm beklentiler dürüst bir huzur kalsa geriye… 


Fazlası değil biraz huzur…

Belki de tek aradığımız budur.

25 Mart 2021 Perşembe

Beyond self

 Uzun zamandır yazı yazmıyordum elbette, aslında asla yayınlanmamış saklanan yazılar olsa da zamanı gelmişti diye düşünüyorum pembe nevresimlerimin arasında, sırt üstü yatmış gülümserken yatağımdan size... 

Eskiden beni tanıyan herkes buranın ne olduğunu soruyordu, hala yazı yazıp yazmadığımı... Yeni tanıyanların blogtan hiç haberi yoktu belki, o yüzden hep entelektüel bir tarafımı görüp şaşırıyorlardı. 

Ben de şaşırdım kendime, hem her şeye delicesine bağlı hiçbir şeyi bırakamaz gibi görünürken, hem de her şeye ipekten iplerle bağlı oluşuma...

Beni mazur görün, eski hırslarım, eski hedeflerim, eskiden elde etmek istediklerimin hiçbirisi yok artık... 

Tamamen boşlukta salınan bir yaprak gibiyim sonbaharda dalından kopmuş... Güzel mi bu; yoksa korkutucu mu bilmiyorum. 

Bu aralar hiçbir şeyi bilmiyorum, bilmemenin özgüveni sarmış dört bir yanımı...

Maillerinize cevap vermiyorsam sebebi bilmiyor oluşum, acaba ruhuma iyi gelir misiniz? Siz de benim gibi başka bir şey mi arıyorsunuz herkesin vaat ettikleri dışında? Yoksa herkes gibi bir iki saat kattığınızda sadece buruşuk yatak çarşaflarından mı ibaret beklentiniz...

Bu kadar sığ mı yoksa derinliği olan bir insan mısınız hiç bilmiyorum...

Ve bilmiyorum benim adımı benim kadar sıradan mı görürsünüz yoksa çoktan gözünüzde büyütüp ilahlaştırdığınız bambaşka bir yaratığa mı dönüştüm daha tanışmadan...

Mucizevi bir şekilde ben en mütevazı en kendinin minimalisti biri olmuşken onca şatafata bakıp gülümsüyorum. 

Dünyanın en tatlı maillerini atıyorsunuz bana, aslında bir an hepinizle görüşmek istiyorum, sonra bir şey giriyor araya günlük hayattan...

Bir derse geç kalıyorum veya saatlerce süren kuaför seanslarıma veya masaja gitmek istiyorum kim bilir...

Yarım bırakıyorum sizi, sevmediğimden veya istemediğimden değil... Pınar olmanın yükünden, bu yükü taşımanın tembelliğinden...

Çünkü Pınar olmak demek bambaşka meşakkatli bir şeye dönüşmek demek...

Spor taytlarını çıkartıp kırığı yeni iyileşmiş tarak kemiğinizin üzerine platform topuklu ayakkabıları çekmek demek... güvenlik eve dönerken sol ayağını sürükler görür aslında olduğum beni...

Savaş boyalarını sürmek demek Pınar olmak, tüm haftayı makyajsız geçirirken incecik kalemleri, farları alıp eline kendine yeni bir yüz çizmek...

Kıvır kıvır veya jilet gibi düz olmalı saçları... kurutulup kendi  haline bırakılmış dalgası olmaz mesela asla... arada kalmıştır o saç kendim içindir. Pınar olmak her zaman net ve kesin çizgili...

Spor taytlarının paçasına ayak baş parmağını takıp çekiştirip çıkartıp simsiyah bir elbise geçirilmeli üzerine... ve içinde spor havluları duran çantalar hemen kostümler ve iç çamaşırlarıyla doldurulmalı belki de...

Belki bu yüzden bu kadar baskın, bu kadar klasik çizgili olmaktansa kendim olmaya kaçmak işime geliyordur... 


Bir yerde yaşlanıyoruz işte...


Maillerinize döneceğim bir nisan umuduyla mutlu geceler...