Dünyada en tahammül edemediğim insan tipi mutsuz, memnuniyetsiz, tahammülsüz ama hiçbir şeyi değiştirmek istemeyen insanlar.
Bazıları zannediyor ki mutlu olmak binlerce ihtimalin yolunda gitmesi sayesinde çok azımıza nasip olan bir ayrıcalık; kendilerine nasip olmayan.
Oysa dönüp baksak hayatlarımıza hepimizin belki benim gibi en ufak şeyden mutlu olan insanların hayatında mutsuzlardan daha fazla sebep var mutsuz olmak için.
Mutlu olmak, bilinçli bir tercihtir.
Memnun olmak gibi…
Gülümsemek gibi…
Neşe ve iyilik saçmak gibi etrafa…
Zorunda değilsin elbette karşına çıkan her şey için minnettar olmaya…
Tanıştığın her iyi insan için şükretmeye…
Ama biliyor musun, elinde sahip olduğun her şeyin kıymetini biliyor, yüksek sesle söylüyor ve değerini gösteriyorken insanlara hayvanlara güzel bir gökyüzüne ve bazen kibarlıklara; emin ol yaşamak tüy kadar hafif oluyor.
Günlerce azıcık uykuyla ayakta kalıp, son dakikasında yetiştiğim uçak için söylenebilirim elbette ben de mesela… Lanet olsun diyebilirim İstanbul trafiğine, taksicinin açık olan yol aralarında gazı köklememiş olmasına veya x-ray’den geçerken koşmak zorunda olmama…
Ama bence yine iyi uyudum ve son dakika uçağı kaçırmadım evren benim yanımda baksana demek daha müthiş değil mi? Hem ne olabilir ki kaçırırsam bir sonraki uçakla giderim ne yapalım rahatlığıyla…
Veya erken gittiysem havaalanına sabahtan minik bir fırsat kahvaltı yapmak için bu benim hayatımda, uçağı bekledim gereksiz yere 1 saat demek değil, kahvaltıyı da çıkarttım aradan demek.
Bir şeye nasıl baktığınız sizin mutlu olma veya olmama şeklinizi belirliyor hayatta…
Düşünsenize belki hiç tanışmamış olabilirdik, hiç mail atmamış olabilirsiniz bana yıllarca. Görüşmeden görüşmeye gidip eksik bir şey bulup defalarca yeni birisini anlamakla uğraşacaktınız belki de…
Hayatımda insanların en çok bir şey söylemek isteyip beni kırmamak için eğilip büküldüğü hallerini izlemekten keyif alıyorum. Uzun zamandır tanısalar da beni hala üzülebileceğimi, söylenen şeye kırılabileceğimi belki yanlış anlayabileceğimi düşünüyorlar… belki hala onları yargılayabileceğimi söyledikleri ile…
Oysa ortada koskocaman duran bir kabullenmenin içindeyim, nehirde süzülen bir yaprak gibi… ne hiçbir şey şaşırtabilir beni, ne üzebilir insanların soruları-fikirleri…
O kadar oturmuş o kadar sabit ki tavrım ne kadar zorlasan da sınırlarımı değişmeyecek… Seni sevmeye karar verdiysem insan olarak ne olduğun, ne söylediğin, ne yaptığın beni asla başka bir düşünceye itmeyecek. Bunun insana huzur vermesi gerekmez mi?
Her şeyi ile kabullenilmiş olmanın huzuru…
Her hatası, her yanlışı, her kusuru, her manasız davranışı ile varolabilme özgürlüğü…
Belki kendini bu kadar kabul etmiş olman, kendi hatalarını, kusurlarını bu kadar seviyor olman batıyor bazılarının gözüne…
Ben bile kendimi sevemezken, ben bile kendimden nefret ederken nasıl beni bu şekilde kabul edebilir diye…
Niye kabul eder diye belki, niye sever diye…
İnsanların gözlerinde görebiliyorsun aslında sevilmemem lazım hissini, yalnız bırakılmam, kabullenilmemem, eleştirilmem, kınanmam lazım hissini…
Oysa insan olmak ne zamandan beri kusursuz olmak oldu?
Var mıydı böyle bir insan?
Olabilir miydi?
Ve neden her kusurunu gördüğünde karşındakinin değiştirmek isterdi muhattabı, neden olduğu gibi bırakmazdı karşısındakini…
Hem zaten başka bir insanı değiştirmek mümkün müydü?
İşte insanı mutsuz eden bu, gördüğümüz karşılaştığımız karakterler içinden parçalar topluyoruz ideal insan için, ortaya karışık bir karakter cümbüşü… sonra elimizdeki insanı eğip bükemediğimiz için mutsuz oluyoruz. Çünkü insanın ham maddesi kırılmaya müsaittir, bükülmeye değil. İsyan etmeye müsaittir itaat etmeye değil.
Birilerini alıp olduğu gibi sevmek yerine değiştirmek istiyoruz, ilk aldığımız insanı sevdiğimizden değil bir proje gibi başka bir şeye dönüştürme ihtimalini sevdiğimizden tutuyoruz hayatlarımızda.
Sonra, istediğimiz kılığa bürünmediğinde ademoğlu yeni bir proje arıyoruz. Kalamıyoruz kabullenerek, kabullenemiyoruz.
Oysa başından beri aynı değil mi karşındaki insan?
Başıyla sonu arasında insan ilişkilerinin neden karşındakinin değişmiyor oluşuna şaşırıp hayal kırıklığı yaşıyor?
Olanı hayatın her anında kabul etse, her şeyi beklese karşısındakinden, sevgiyi de, ihaneti de, kıskançlığı da, nankörlüğü de, sadakati de, huzuru da veya siniri de…
Ve oturup kalsa bu hislerle birlikte değiştirmeden, değiştirmek istemeden, kabul etmeye çalışarak, tepki vermeden….
Ve oturup kalınca yeterince zaman görse keşke tüm hislerin de geçici olduğunu ve dönüşebildiğini başka bir şeye…
Yeterince bekleyince insan negatif duyguların da yavaş yavaş silinmeye başladığını görse…
Ve her şey gittiğinde, tüm duygular, tüm eylemler, tüm beklentiler dürüst bir huzur kalsa geriye…
Fazlası değil biraz huzur…
Belki de tek aradığımız budur.