geçenlerde bir belgesel izledim, yakın geleceğin tahmin edilebilir olduğunu söylemekteydi, bir yere kadar tabi. insanların 6. hisleri üzerine çalışarak önündeki 10 dakika içerisinde gerçekleşebilecek olayları tahmin ettiğini ve bunu bağlantılandırma yetenekleriyle yaptıklarını söylemekteydi.
hepimiz bir yere kadar geleceği öğrenmek istediğimizden mi yoksa secret misali enerjini neye yönlendirirsen o olurcu yaklaşımdan mı bilmiyorum; ben falcıları çok seviyorum.
gerçekçi falcıları tabi... ne zaman hayatımda çok radikal kararlar alma aşamasında olsam falcı kapısı çalıyorum, minik veya az riskli kararlarda değil de, hayatımın akışını değiştirebilecek şeylerde belki de...
geçen sene bu zamanlarda gitmiştim falcıya, sence ameliyat olmalı mıyım diye sormak için, işleri ne yapmalıyım demeye...
bu sene de sence iş hayatıyla ilgili doğru bir karar verdim mi demeye gittim, istediğim yola dönecek mi hayatım?
hayatım istediğim yöne akar mı bilinmez, bazen düşünüyorum da aslında belki de geleceği bilmek istemiyoruz biz, gelecekle ilgili umut vaat edilmesini istiyoruz. gelecekteki güzel günleri, gelecekteki başarıları, gelecekteki bugün ne iyi planlanmışları duymak istiyoruz.
insan yirmili yaşlarının ortalarına yaklaşınca (sanki 70 ime gelmişim gibi söyledim :) ), hayatına çeki düzen vermek istiyor, kendisini yenilemek, kendisiyle uğraşmak istiyor.
belki olgun birisi olmanın kanıtı da budur... kendinle uğraşmaya başlamak...
başkalarının yorumları, başkalarının sözleri, başkalarının zevkleri, başkalarının tavsiyeleri, başkalarının yaptıkları olmadan... ilham almadan... esinlenmeden... taklit etmeden... çalmadan...
biraz insan moda gibi aslında, bakıyor birisi bir şey yapıyor hayatına... bayılıyor, uzaktan pek güzeldir her şey... diyor ki ben de yapabilirim, ben neden yapmayayım, benim neyim eksik...
Ama insan uzaktan bakarken sadece güzel taraflarını görüyor her şeyin, içine girmeden ne zorlukları var bilemiyor. çoğu "başkasında güzel şeyler"in bizde olmamasının, bizde sürekliliğe dökülememesinin sebebi bu...
onlar başkalarının değişimleri...
onlar başkalarının şapkayı önüne koyup keşfettikleri...
insan başkasını izlediği, başkasından özendiği (aslında tam kelime özenmek galiba) sürece hiçbir şeyde dikiş tutturamıyor. veya en basitinden bir giysi bile üzerinde eğreti duruyor, olmuyor.
değişiklikler içeriden başlamalı, kimsenin etkisi olmadan, kendin istediğin için ve kendi başına yapabildiğinden.
olgunluk, kendini değiştirmek için başkalarına ihtiyaç duymamak ve başkaları değişirken değişmemekten de geçiyor aslında...
o yüzden gelecekte ne olduğunu bilemesem de... şapkamdan tavşan çıkartıyorum. içimden dışarıya bembeyaz bir güneş gibi ışık saçarak evreni selamlıyorum.
merhaba evren, falımda mantı çıktı ve seni çok seviyorum :)
Ne güzel bağlamışsınız sonunu =)
YanıtlaSil