25 Kasım 2013 Pazartesi

Sen de yaşasana, bak hayat çok güzel...

Çırılçıplak oturuyorum salonumda, saçlarım ıslak, kalan bir iki damla sırtıman yer çekimine yenilerek süzülüyor. Sonuna uykumu tamamen aldığım yatakt mayışıp bol bol güldüğüm bir gün geçirdiğimden mi keyfim çok yerinde yoksa yer evrenden mi bilmiyorum.

sevgili evren, ben hala seni seviyorum.

bazı insanlar kaybolmuş, ne garip... hiç kaybolmuş insan gördünüz mü bilmiyorum; ben arada sırada görüyorum. Çok coşkulu neşeleri var görünüşte, oysa değer verdikleri hiçbir şey kalmamış, mutluluk verici hiçbir şey yok...

evren bence, insanların önüne yollar çıkartıyor çatal çatal, eğer inanırsan gösterilene belki kaybolabilirsin sen bile... 
ve bazen, kalbini dinlemeyi seçersen, o çatal çatal yollardan birinde, sırf içinden gelmediği için hayır dersen mesela bir şeylere... hop yepyeni bir yolda, yepyeni bir ödül çıkıyor karşına... 

ve sanırım evren senle böyle konuşuyor.

oynayarak, yanlış yollar açıp,  doğrularına yönelterek ve kendin olabileceğin perfect bir düzende serilerek... 

düşünüyorum da tek yapmamız gereken yaşamak galiba, üşenmeden, kalbimizi korumaya çalışmadan her şeye açarak ve bekleyerek... 

kaçarak veya alışkanlıkları terketmekten korkarak değil de... her ihtimali kucaklayarak... ve ihtimaller içinde, kalbimizin onaylamadığı her şeyden kaçarak, sakınarak.. 

o zaman hayat çiçek açıyor ve her şey kusursuz oluyor.

sen de çıksana sokağa, bak hayat sen bekliyor... 

ihtimalleri, hediyeleri, ödül ve cezalarıyla... yeter ki kaybolma... 

hayat çok güzel.

18 Kasım 2013 Pazartesi

beklentisizlik, koşulsuzluk, sebepsizlik ve mutluluk

Aslında formül bu kadar basit; beklentisizlik, koşulsuzluk ve sebepsizliği hayatınıza adapte edebilmek.

yani, insanlara karşı beklentisizce yaklaşmak, insanları koşulsuzca kabullenmek, insanları sebepsizce sevmek... zor değil yani...

Zamanında görüştüğüm birisi ile aşk üzerine konuşuyorduk, bana "insan aşık olduğunda karşısındakinin de kendisine aynı duyguları hissetmesini istiyor, olmayınca da hayal kırıklığına uğruyor" demişti. Ona göre hep ilişkiler bir tarafın diğer tarafı daha az seviyor olmasından sorun yaşamaktaydı. Ona göre ilişkiler a'nın verdiği, b'nin aldığı ve karşılığında b'nin de a'ya bir şey vermek zorunda olduğu bir denklemden ibaretti ve sürekli değişen sevgilileri arasında, herkese -ben dahil- aşıkmış gibi davranıp sevilmek istemekteydi.

OYSA SEVGİ SEBEPSİZSE SEVGİDİR.

mesele, size aşık olan birisine aşıkmış gibi davranmak değildir. İnsanları da, nasıl renkleri, yemekleri, bazı yazarları, bazı şarkıları sebepsizce seviyorsak o şekilde sevebilmektir. Sevginin o kişinin size davranışıyla, size söyledikleriyle, size verdikleriyle alakası olmamasıdır aslında gerçekten sevmek.

Çilekleri çok severim ancak henüz hiçbir çilek sevgime karşılık vermedi; yine de çilekleri çilek oldukları için sevmekten vazgeçmiyorum.

Evren size hangi kapıları açacağını, hangilerini kapatcağını çok iyi bilir. Evrene; şunu yaparsam bunu yapar sonra şunu yaparım ve sonra bu olur gibi beklentilerle yaklaşmamak gerekir. Doğada insan beyninin hesaplayabileceğinden daha fazla ihtimal ve daha fazla olasılık vardır. Her an, her şey olabilir ve olmayabilir de... kesin olan tek şey budur.

Bu nedenle hareket ve eylem ruhunuzdan geldiği sürece anlamlıdır. Beklentisizce, olması gereken o olduğu için. Bir eyleme geçmeniz mi gerekli, bir karar mı vereceksiniz; artıları eksileri yazmak, ihtimalleri hesaplamak ve  sayısızca sebeple kendimizi bir şeylere ikna etmeye çalışmak beklenti yaratmaktır. Bir şeyi yapınca, başka bir şeyin olmasını beklemektir ve bu çok yersizdir.

Oysa hareket sadece öyle olması gerektiği için oluyorsa tamamlanmış olur. Sonuç beklemeden, sonrasını düşünmeden sadece o an, onun olmasını istediğin için. Ve olmuş olan sadece o istekten ortaya çıktığından, eylem bittiğinde ne olacağı önemli olmaz, sadece eylem değerlidir sonuçları değil.

Hayatta herhalde insanlarla ilgili tek şey öğrendim, insanlar başka insanlar söylediği için, başka insanlar istediği için, çeşitli şartlar gerektirdiği için vs... dış etmenler yüzünden değişmezler; değişemezler; ve değişmemeliler de zaten.

Değişim olacaksa, zamanı geldiğinde içten gelen bir istekle olur, başka türlü insanlar değişemezler.

Dolayısıyla siz istiyorsunuz diye, size göre daha iyi diye insanlara bir şeyler olmaz. Zaten beklentimiz olmayan insanlarsa onlar ve onları sevmemizin bir sebebi yoksa onları kabullenmemiz de bir koşula bağlı olmamalıdır.

a'yı, b'yi bir şey yaptığı veya yapmadığı sürece kabul ettiğimizi söylememiz aslında onu kabul etmemektir, çünkü eğer a veya b istediğimiz gibi davranıyor olsa artık o a veya b olmayacaktı.

7 katmanında gökyüzünün milyonlarca ihtimal varken, herhangi birini gerçekleştiren bir insana kızmak, küsmek, darılmak, gücenmek; bir ağacın yer çekimine gücenmesi gibidir bir yaprağını döktüğü için yeryüzüne.

Koşulsuzca kabullenmeli insan olanı, isteklerimize uysa da uymasa da...

Evren bize iyilikler verdiğinde açtığımız kucağımız getirdiği kötülüklere de açık olmalı, o an olması gereken o olduğu için ve belki böylece evrenin bizi başka ihtimallerden koruduğunun da farkında olarak.


bu üç şeyi başarabildiğinde insan, mutluluk da açığa çıkıyor her şeyin içinde. çünkü her şey mümkün ve sen kalbini açmışsın her şeye korkusuzca ve kabullenerek...


bu haftasonu, uykusuz kaldım, umutsuzluğa düştüm, heyecan duydum, eforsuz gücü keşfettim, ağladım, üzüldüm, mutluluk duydum, huzuru keşfettim, hafifledim, dünyada insan olmaya bir kez daha aşık oldum....


Hallerin içinden geçtim, duyguların içinden geçtim ve insan olmanın keyfini çıkarttım. Sonunda tüm haller dağıldığında kocaman bir mutluluk kaldı, şükrettim.

11 Kasım 2013 Pazartesi

ayak izlerine dair, peşimize taktığımız gereksiz kalabalıklar...

Sanırım ben, kendim gibi olmayı seviyorum, başka birisine benzememeyi.

Güneş veya aydınlık gibi hissediyorum kendimi, bildiğin ışık saçıyorum etrafa ve parlıyorum. Şu an, sarı bir elmayı ısırıyor, salonda koltuğumda arka kaburga kemiklerim ağrırken öksürüyor ve etrafıma ışık saçıyorum. 

Gülmeyin, gülmeyin :) gerçekten ışık saçıyorum. 

Ne zaman ki ben kendimi arar oldum, o zaman bir şeyler değişti Pınar Kalkancı'nın da hayatında...


Pınar saçlarını savurup  rüzgarda, yağmurda ve güneşte parlar oldu. Hem de hiç eskisi gibi efor sarfetmeden...

Ben içime çekildim, içime çekildikçe insanlar geldi, insanlar geldikçe başkaları takip etti, başkaları takip ettikçe ben sustum; ben sustukça onlar daha çok konuştular, onlar konuştukça ben gülümsedim, ben gülümsedikçe daha çok saldırdılar, onlar saldırdıkça ben parladım. 

Işıl ışıl gülümsedim, herkese yardım eli açtım, herkesin işine gücüne koşturdum, herkesin elinden tuttum, herkese alan tanıdım, herkese tahammül ettim, herkesi sever oldum. 

Beni tehdit edenler, hakaret edenler, kıskananlar, taklit edenler doluştukça etrafa... ben kabuğuma çekildim, onlar geldikçe ben başkalarıyla ilgilenemez oldum, ne siteleri takip eder oldum, ne sayfaları... Tüm camianın ortasında minicik bir adada sadece kendim ve ancak kendim kadar eğlenceli bulduğum bir avuç adamla beraber minik bir dünya kurdum. 

Ve gerçekten çok sevdim o insanları ve eminim onlar da beni çok sevdiler. sev(il)dikçe daha çok ışık saçtım. 

eskiden sırf ben okuduğum için  o yazarı okuyan, sırf ben giydiğim için benzer şeyleri giyen, sırf ben o pozda fotoğraf çektirdim diye o pozda fotoğraf çektiren, sırf ben dinledim diye o şarkıları dinleyen insanlara kızardım. 

sonra fark ettim ki, ben biraz da onlarla parladım... 

Onlardı beni muhteşem gören, benim gözümde Pınar Kalkancı önemini yitirdikçe onlardı Pınar'ı kendi gözlerinde yücelten... Ve yavaş yavaş pınar'ın o süslü dünyasının benim için bir değeri kalmadı... 

Ve içimden dışıma bir ışık yayıldı, yeni bir şey uyandı. 

Yine önümde sarpa sarmış, nereye çıktığı belirsiz yollar çatal çatal beklerken ben bir elimde elmam, üzerimde etekleri uçuşan soluk mavi bir elbise şaşkın ve yine ne yapacağını kestiremez bir halde;

hayattan ne istediği meçhul, öylece dikiliyorum. 

Karar vermiyorum... 

Ve arkamda bir dolu kalabalık beklerken korkmuş, sevinçli, kıskanç, öfkleli ve nice duygulu gözlerle... 

Sevgili evren ben senden ne isteyeceğimi bile bilmiyorum ama sen ne istediğimi bilirsin. 

Seninle parlıyorum.