16 Nisan 2014 Çarşamba

tutkulu


Sesini, sesime yasladım, tenini tenime... 


Nefes nefese kalışının sesini dinledim, kendi nefes alışlarımı duymadan. teninin üzerine, tenimi yasladım bekledim.

Dokunduğunda bana, nefesimi tutardım, hiçbir anı kaçırmamak için. parmaklarının, bacaklarımda, bacaklarımdan ayak bileklerime inmesini hissederek, ellerinin sıcaklığını, hafif nemli dokusunu... kasıklarımdaki kemiklere bastırışını sonra, avuç içleriyle... 

Gözlerim sımsıkı kapalı, nefesim tutulu, sadece soluksuz kaldığımda içime çekerek havayı... bir tek bana dokunmasına odaklanmış tüm benliğimle... 

omuzlarımda ellerini hissedip, sıcak bir kıpırtının boynumdan yavaşça mideme doğru ilerlediğini hissederek... midenin karıcalanması mümkünmüş gibi sanki... el bileklerimde binlerce yürüyen karınca...

yavaşça, sıcak ilerleyip bacaklarımın arasında bir yumruk gibi otursa... hiç kımıldamadan, onun parmaklarının üzerimde gezerken yarattığı hislere odaklanmış ve kalbim küt küt atarken orada, sırılsıklam... 

onun nefesinin sesini, bana dokunurken nabzının hızlandığını duyarak... kımıldamadan...

ve kalabalık bir odada, onlarca insan kendi halindeyken, birbirini hiç tanımıyor gibi durmak... hiç dokunmamış gibi, hiç arzulamamış gibi... bakışlarını bir noktaya sabitleyip onu izlediğini çaktırmadan soluk alıp verir gibi...

bazı şeyler çok tutkulu, pek gizli... 

belki bir gün, ellerini aniden kaldırıp, boynuna dolayıp kendine çekip oracıkta alelacele sevişecek gibi... 

 

2 yorum:

  1. Durduramadığı bir dokunuştu tam da gerdanındaki boşluğa..
    ansızın oldu üstelik göz göre göre.
    istemediğini sandığı, yalnızlığına oynayan,
    sade, bir o kadar masumane.. sürüklenmesi içini titretti, kuru ve istekliydi.
    kalbi hızlanmaya başlamıştı sanki,
    her öpüş bir bir vazgeçişi getiriyordu önüne, kabul etmeli miydi?
    yoksa uyanmalı mıydı bu rüyadan.
    elleri istemsiz gitti saçlarına, bastırdı daha da..
    kesik kesikti nefesi, sürekli boğum boğum, tıkandıkça istedi.. istedi.. istedi..
    hakim olamadığı kabul edemediği muhteşem öpücükler vardı içini coşturan,
    gerdanına görünmeyen incileri diziyordu sanki.
    çözülen dizlerimiydi, cesareti mi?
    hani nerde o kadın, mağrur, bakışları ardında bırakan, rüzgarda saçları sallanan..
    göremediği gözleri merak etti, kimdi? neredeydi şimdi?
    beklediği olacak gibiydi sanki,
    hızlanan bir tek onun nefesi değildi,
    alev gibiydi, korlar içinde bırakan,
    ağır ağır iniyordu halbuki,
    hem öpüyor hem kokluyordu üstelik..
    göster artık gözlerini, bilmekti sanki tek isteği..
    engel de olamıyordu ya,
    fena halde inmeliydi daha aşşağılara..
    bulunmayı, bilinmeyi, kısaca keşfedilmeliydi aslında.
    bu yoğun ikilem hem soğuğu hem sıcağı yaşatıyordu bedenine.. beynine..
    titreme de neyin nesi, kalp yetişemiyordu ki halbuki.
    kaosların en büyüğü, şehvetin en karanlığı! merak ve tutku çığlık çığlığa..
    görebildiği tavanın ahşap lambirileri, kararmış budaklarıyla..
    ama niye dönüyordu ki, durmalıydı o an!
    herşey birbirine karıştı, neden buradaydı ve bu sessizliğin adı neydi?
    öpücükler bir izi takip ediyordu belki de,
    özlemlerin sakladığı gizli bahçeleri.
    sol göğsünü neden tercih etmişti,
    çocuk gibi emiyordu sesler çıkararak,
    bu yoğunluk kasıklarına vuruyordu ardı ardına.
    titredikçe çekiştiren ıslak ve arzulu bir dudak.
    emdikçe, daha demek istedi, yine çıkmadı, başaramadı sesi.
    kıvranan ve bir şeyler anlatan bir dil miydi o?
    ıslaklık üstüne gelen sıcak nefesin ferahlığıydı ince ince.
    bir sıcak bir soğuktu nefesi,
    ne istediğini bilmeyen senelerin acımasızlığıydı tetikleyen..

    YanıtlaSil