27 Mart 2016 Pazar

Fearless

Bu yine bir çokları gibi bir yol bloğu... Mantık aranmamalı o nedenle... Galiba benim ruhum göçebe... Bir gidesim var neden bilmiyorum... Geri dönmesi olmasa ne kadar güzel geliyor değil mi hepimize gitme fikri bu aralar?

Neden buradayız peki? Neden canımızın güvenliğinden şüpheliylen içimizde esen bu ülke sevdası?

Bazılarınız inanmayabilir ve bir klasik olarak kin kusabilir şu an yazacaklarıma... Lakin sanırım ben bu ihtimalin bir tokat gibi yüzümüze vurmasından keyif alıyorum. Bana yaşadığımı hissettiriyor her an ölebilecek olmak... 

Şu an, şu saniye bile havaalanında ölebilirim ben... Herkes gibi... Gayet olağan, gayet sıradan...

Önceden de anda yaşardım ben; yeni bir şey değil benim için anın kıymetini bilmek... 

Farkındayım, şu saniyenin kendine özgülüğünün(Nev-i şahsına münhasır yazmama sözü verdim kendime bu kadar türkçeleştirebildiklerimden takmayınız), farkındayım tekrarsızlığının, dolayısıyla muhteşem oluşunun...

Peki kaçınız o ilk barış mitinginde patlayan bombaya kadar nefes alıyor olmasına şükrediyordu benim gibi? Kaçınız kıymetini biliyordu sabah rüzgarının soğuğunun yüzünüze vurmasının değerini? 

Yaşamak denilen şeyin bunlardan ibaret olduğunu fark etmiş miydiniz önceden? 

Farkında mıydınız aslında akşam eve dönüp anahtarınızı kapı kilidinde çevirdiğinizde duyduğunuz sesin yaşamak demek olduğunun? Her anınızı son dakikanız gibi yaşamanız gerektiğini anımsamış mıydınız daha önceden? Sevdiklerinize, sevildiklerini söylemeniz gerektiğini hatırlatmadı mı size?

Oysa muhteşem bir hediyedir sınanmak... Ölümle yüzleşmeden, ölümden korkmamayı nasıl öğrenebilir bir insan? Ölümün sıradanlığına, uzak olmayışına, varlığının doğallığına nasıl alışabilir?

Oysa her an, her saniye minicik hücrelerin ölmekte, hayallerin, düşüncelerin, değer yargıların, ahlak kuralların, insanlığa karşı umudun belki...

Her nefesinde, her gözünü kırptığında ve hatta uykuda bilinçsizce yatarken bile öylece... Ölüyorsun... Parça parça, minik minik parçalar halinde...

İnsana aslında sürekli öldüğünü hatırlatan şeyin, başkaları ölürken yaşıyor olmasından ibaret olması ne ironik.

Ölümde bir parçan senin doğduğun andan itibaren... Her adımında bedeninle beraber hareket eden, görmezden gelmek istediğin...

Kötü duygulardan kaçınmanın tek formülü, hiçbir şeye çok fazla istek duymamaktan geçiyor, yaşamaya bile... Yaşamaya olan düşkünlüğünden vazgeçebildiğinde, işte ancak o zaman ölmekten korkmayacaksın...  

Hayat damarlarında akan kandan ibaret değil, oksijenin damarlarına dolmasından, etrafında değişen dünyayla dans edebilmekten ibaret, değişime ve olasılıklara açık olmaktan...


Ben karşıma çıkan beyaz lalelerin ihtimalini kucakladığım kadar kucaklıyorum eve dönerken yoldaki manavda elma seçerken ölebilmeyi... Çünkü evet, bugün bu sokak kapısını açarken ölebileceğim kadar, dün de ölebilirdim ben... 

Ve yaşamak her saniye risk almaktan ibaret...

Ne demiş Rumi,

"Her gün bir yerden göçmek
Ne iyi,
Her gün bir yere konmak
Ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak,
Ne hoş

Dünle beraber gitti 
Cancağızım,
Ne kadar söz varsa 
Düne ait,
Şimdi yeni şeyler
Söylemek lazım..."




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder