18 Mart 2025 Salı

Fight like a Jew, they are the best fighters of the history

En çok söylediğim cümlelerden biri “I love humans”’tır; yani insanları severim. Bir diğeri de “I’m not human”, yani ben insan değilim. 

Dışarıdan bakınca dunning Kruger effect gibi görünmesini istemem elbette ama insanları, insanların trajedilerine verdikleri tepkileri, önem verdikleri milyonlarca küçük ve değersiz şeyi izlemek beni büyülüyor. Her zaman için böyleydi. 

Gerçekten muazzam, özellikle z kuşağını izlemek ve onlarla takılmak tamamen karanlığa baktığında karanlığın da sana geri bakması gibi. 

Geçenlerde, bir arkadaşımla her zamanki gibi günlük jenga turnuvamızı yaparken telefonu çaldı. Arkadaşları akşam gelecekti ve heyecanlandım, artık gençlerin yaşam enerjisini sömüren gereksiz bilge biri olduğum için 18,19 yaşındaki iki kızla jenga oynayıp Türk trap müziği hakkında dedikodu yapmaktan daha eğlenceli bir gece düşünemiyordum. 


Türk rapinin Leonardo Da Vinci ile aramdaki tek fark olduğunu ve bunun en önemli guilty pleasureım olduğunu herkes bilir. Neyse…

Kızlarla konuşurken anladım ki, gerçekten bomboşlar, 0 nöron ile hayatta kalıyorlar ve ihtiyaçları da yok gibi yaşıyorlar. Arkalarından dedikodu yaparken boş bir tuval gibiler tek bir çizik yok demiştim. 

İşte neden bilmiyorum ama tüm ülke, tüm gençlik sanki bomboş bir tuval gibi. 

0 hafıza, 0 bilgi, 0 merak ve 0 kabiliyet ile gelişine yaşıyorlar.  Bunu hayatım boyunca söyleyeceğimi hiç düşünmezdim, ama bu konuda kendimi de suçladığım zamanlar oluyor. 

Kendimi ülkenin yozlaşmasında ve gençlerin geldiği bu durumda bir influence’a sahip olmuş gibi hissediyorum bazen. 

Ama amaçladığım şey bu değildi.


Evet hızlı ve kolay para kazanmak size çok zaman verir, amaç da zaten bu çok zamana sahip olmaktı benim simülasyonumda, daha çok okumak için, daha çok izlemek için, daha çok dinlemek için, daha fazla yer görmek ve deneyimlenmek için… daha fazla öğrenmek için yani. 

Öğrenmeden, merak etmeden TikTok veya instagram akılında sayfalarca çöp video ve resmi çekiştirip durmaktan fazlası için anlamlıydı. Ve hayatı yaşamaya değer kılan şey de buydu, denemek… yeni bir şeyleri, pizza yapmayı veya çömlek… 

Banksy belgeseli izlemek veya Venedik’te gondola binmek…

Asla ama asla sayfa kaydırmaktan ibaret bir hayat için değildi. 

Bazen gerçekten asırlardır çok zengin olan insanlarla ve çocuklarıyla tanışırım ve hobi gibi sahip oldukları şeyler dışında çalışmazlar. Yani para derdin geçim derdin olmadığında ah evet topluma yararlı bir insan olmalıyım kaygısı gütmüyorsun; sadece kendin için bir şeyler yapıyorsun. Kendini iyi hissettiğin için, kendini ifade etmek için, kendin gerekli gördüğün için…

Yani üretmek aslında insanın ilkel doğasında sadece kendisi için yaptığı bencil bir şey. Ama sanırım bu kaybı her kuşakta ve her nesilde sadece pek az olana bahşedilmiş. 

Belki de antik Yunan’da filozofların hiçbir şey yapmayıp sadece düşünmeyi meslek olarak görmesi gibi benimki. Sadece öğrenmekle, izlemekle, dinlemekle, keşfetmekle ilgileniyorum ve insanlara faydalı olmak zerre umurumda değil. Bunun için bulduğum yolu meşrulaştırıyorum belki…

Ama ya siz? Diğerleri? 

Siz 9-17 bir işte çalışarak elde edeceğiniz geliri 1/4 zamanda elde ederek arttırdığınız zamanda kendiniz için faydalı ne yapıyorsunuz? En son ne zaman bir şey öğrendiniz mesela?

Tamamen boş bir tuval olarak çok başarılı olduğunu iddia ettiğiniz kurtlar vadisi veya/aşkı memnunun 716. Tekrarını izlerken bu zamana gerçekten ihtiyacım var mıydı diye düşünüyor musunuz? 

Gerçekten verimli kullandınız mı zamanı? İşte yazının başında söylediğim insan olmakla/insan olmamak arasındaki fark burada başlıyor benim için…

Yani bana göre günümüz insanı gündelik ufak kaygılara o kadar yenilmiş ki hayatta kalmak dışında hiçbir önceliği kalmamış. Tamamen sanki Türk insanı, işe gitmek, iş yerinde kendisini zorbalayan insanlara katlanmak, aşırı kalabalık toplu taşımalarda oksijen oranı düşmüş ter ve umutsuzluk kokusuyla tıklım tıkış kişisel alanına girip kendisine temas eden onlarcasıyla konserve sardalya gibi yok gidip evine halk ekmek kuyruğuna girip ekmek almak, hayatının amaçsızlığını ve zavallılığını unutmak için çocuk yapmak ve çocukların sadece daha çok masraf, daha çok problem, daha çok gürültü ve hayattaki yaşam sevincini sömüren en büyük hata olduğunu kabul etmek yerine ya “sen de bir tane yap anlarsın çık başka bir şey” diyerek reklamını yaptığı bir ürünle varoluşunu taçlandırdığı bir Dostoyevsky Rusya’sının çilekeş hayatını yaşayan, sonrasında biriktirdiği paralar ile ev alıp yaşama döngüsünü tamamlayarak köyünde tezek kokusu, kansorejen tarım ilaçları ve televizyon programları ile ölmekle, devlet hastanesi koridorlarında kanser tedavisi görmek ve her şeyi corona aşılarına yüklemek arasında bir hayat yaşayıp ölüyorlar. 

Sorsanız, hiçbirinin hayatta bunları kendim için yaptım ve gurur duyuyorum dediği bir şey yok çocuklarından başka… 

Tek yaptıkları hayatta kalmak. Yaşamak bile değil… hep sorarım böyle insanlara, neden böyle bir hayatın varken çocuk yaptın diye…

Hiçbir zaman mantıklı bir cevap alamadım, sen de yap, çocuğunu kucağına aldığında anlarsın dışında…

Dürüst cevaplar aldığım oldu, evlilik bir yerde anlamsızlaşıyor yapacak bir şey yok hep aynı işte o tıkanmada yapıyorsun diyeni en dürüst olan buluyorum. 

Bu arada zengin, aşırı yetenekli, aşırı zeki insanların bir yerde dünyadaki nüfusun giderek vasatlaşmasına optimist bir bakış açısıyla müdehale etmeyi umarak yaptıkları çocukları da faydasız ama sevimli bir çaba olarak görüyorum. 


Neyse bütün bunları geçip bu dünyada hayatta kalma üzerine yazmak istediğimi söylemeliyim. Başlık o yüzden öyle… 

Herkes kolay kolay söylemez ama dünyada çoğu insan yahudileri sevmez, bense tam tersi. Aslında sevmek de değil söylemek istediğim. Yaptıklarını onaylamazlar. 

Bana göre bir şekilde insanlar gerçek doğalarından tamamen kopartıldığı için savaşmayı unutmuşlar.  Oysa olması gereken bu. 

Bizler hayatta kalmak için savaşmak zorundayız. Nefsi müdafaa gibi düşünün. Nefsi müdafaa ne zaman başlar? Öldürülme ihtimaliniz olduğunda ve/ölmekten korktuğunuzda… 

Peki şöyle düşünün ileride sizi öldürecek/öldürmesinden korktuğunuz şeyler için önceden önlem almak ve öldürmek nefsi müdafaa olmayacak mı? 

Bir eviniz olduğunu düşünün bir böcek gördünüz, hamamböceği… üstüne ilaç sıktınız ve öldü bu nefsi müdafaadır değil mi? Peki azıcık araştırmayla hamamböceklerinin hızlı çoğaldıklarını milyonlarca yumurtladıklarını ve belki duvarlarınızda binlerce bebek böxek olduğunu öğrendiniz, o zaman yaşama hakkı diye böcek alanınıza girene, size hastalık bulaştırana veya çok geç olana kadar bekleyecek misiniz yoksa önlem alıp böcek ilaçlama şirketi mi çağıracaksınız?

Evet, aslında insanların duymak istemedikleri tek şey kendilerinin de böceklerden bir farklarının olmadığı…

Tarihte bir toplum olarak her koşul ve şartta başarılı olmuş hayatta kalmış, savaşmış ve kazandıklarında savaş alanını  terk etmek yerine geride hiçbir zaman bir tehdidin var olmamasını sağlayacak kadar savaşçı olan bir millete saygı duyuyorum. 

Dünya sahte iki yüzlü bir eşitlik algısına sahip. Haksız rekabet kavramını duymuşsunuzdur, pardon ama bir şirketi küçükken yok etmek veya satın almak veya piyasadan silmek yerine neden büyüyene ve sizin bölgenizi tehdit edene kadar bekleyeceksiniz? 

Gerçek bir savaş geriye dönüp baktığında hiçbir tehdit unsurunun tekrar oluşmaması sağlanarak ancak bertaraf edilebilir. Ve size söyleyeyim, bunu size sadece dürüst olanlar söyleyecektir. 

Gerçekte kimse kendinden başkasını düşünmez, kimse herkesin kazandığı bir senaryo için maraton koşmaz ve herkes her zaman kendisine rakip olabilecek en ufak oluşumda elinde güce sahipse onu bir böcek gibi ezecektir. 


Her zaman terliği elinizde tutan taraf olun, hamamböceği değil. 


Ve ne zaman bir savaş meydanına çıksanız, her zaman bir yahudi gibi savaşın. 

Evet belki tarihte Cengiz Han her zaman acımasız ve soğukkanlı bir lider olarak anlatıldı, ama dönüp baktığımızda kaçımız ılımlı, insancıl olan ona kaybeden komutanların adını öğrendi veya hatırlıyor ki? 

Tarih sadece kazananlar tarafından yazılır. 

Türkiye’nin z kuşağı, beni globaldeki z kuşağı ile kıyasladığımda çok büyük hayal kırıklığına uğratıyor. Dünyanın ai ile güçlendirilmiş z kuşağı teknolojiyle bu kadar içli dışlıyken, bizim teknolojiyle içli dışlı z kuşağımız havhav reelsi izliyor ve pickme ile pigmeyi aynı şey sanıyor. 


Bu da böyle bir anımdır. 

19 Aralık 2024 Perşembe

Desperate Times Call for Desperate Measures

Aslında bugün size 5 languages of love/sevginin 5 dili üzerinden aşk ve sevgiden bahsedecektim. 

Ama sonra fark ettim ki, tam olarak şu zaman aslında ecnebilerin atasözünün zamanı “desperate times call for desperate measures”

İnsanlar da son 1-2 senedir neden ortada olmadığımı neden yazı yazmadığımı merak ediyordu. Dedim ki madem ki burası benim oyun alanım, benim playgroundum o zaman neden güncel bir şey yazmayayım?! 

Hem zaten tarih korkup kaçanlar tarafından değil, kalıp savaşanlar tarafından yazılır. 

İnsanlar her zaman dışarıdan pek ukala, pek mesafeli ve kendini beğenmiş durduğumu söylese de dünyanın aslında en ılımlı ve en kolay ortak noktada buluşulabilir insanıyımdır. 

Tek bir şey hariç… Haklıysam, haklı olduğuma eminsem, %100 elimde kanıtlarım varsa hiçbir insan beni tersine ikna edemez. 

Haksız olan haksızlığını kabullenmeden, hatalı olan hatası için özür dilemeden, telafisini yapmadan asla ve asla haklı olduğumu bildiğim yoldan geriye dönmem. Asla haklı olduğum şeyden vazgeçmem. 

Hayatta karakterimizi oluşturan şey hangi durumlarda eğilip büküldüğümüz, hangi durumlarda dik duruşumuzu koruduğumuzdur. 

İnsanın kitap okuma alışkanlığıyla beraber hayata bakış açısı da zaman içerisinde paralel bir şekilde değişmekte…

Bebekken okuduğumuz masallarda beyaz atlı prenslere ve kötü cadılara inanırken, büyüdükçe okuduklarımızla dünyaya bakışımız da değişerek şekillenmekte.

Son yıllarda okuduğum barışçıl osho, kirishnamurti kitaplarından, yavaş yavaş sun tzunun savaş sanatına ve Robert greene’ in kitaplarına sardım.

Dünyanın, ilişkilerin, arkadaşlıkların da aslında bir savaş alanı olduğundan ibaret yeni dünya görüşüm ortada olmadığım seneler içinde bu şekilde şekillendi. 

Yani blog başlığını türkçeleştirirsek, zor zamanlar, imkansız çözümler gerektirirdi.

Ortada olmamanın güzel yanları da var… açıkça söylemek gerekirse kendime daha üstün-daha komplike-daha advenced level bir oyun alanı buldum. 

Buradan göklerin üstünden baktığımda görüyorum ki sorunlarınız, dertleriniz, hırslarınız, istekleriniz, beklentileriniz o kadar küçük ve o kadar değersiz ki…

Varlığımın bile her şeyi değiştirdiği bu camiadan sadece bir yan eleman olduğum coğrafyalara geçmek bana dünyada en büyük keyfi verdi. 

Ve aslında ortalıkta olmadığım 2 senede ne kadar da kötülüğe ve çirkinliğe, ne kadar ahlaksızlığa ve yanlışlığa evrildiğinizi gördüğümde simpsonların bir bölümünde Lisa’nın bilim projesi için petri kabında geliştirdiği yaşam formunun atom bombasını icat edip aslında kendi kendisini yok ettiği geldi aklıma…

Sanki etik ve değer yargıları yok olmuş. Kötülük ve ahlaksızlık her şeyin yerini almıştı…

Tek bir kural, tek bir ahlaki değeri yokmuşcasına birbirlerini leş bulmuş akbabalar gibi parçalamaya çalışan leşcillerle dolmuştu etraf.

Bakarken bile midem bulandı. Bu kadar kısa sürede bu kadar insanın bu kadar yozlaşması ve bu yozlaşmanın normalleştirilmesi kimsenin bunlara şaşırmaması bir kez daha midemi bulandırdı.

İnsan olmak ne demek, insan olmanın vasıflarını yerine getirebilmek bu kadar zor muydu?

Bunu düşünürken aklıma bu alıntı geldi “yolunuza kim çıkarsa çıksın körlemesine uğraşmaya kalkarsanız hayatınız boyunca büyük acı çekersiniz, tabii o kadar uzun yaşarsanız.”

Belki de dünya hiç tanımadığınız, hiçbir fikrinizin olmadığı insanlara düşmanlık beslemek için çok kısadır; ne dersiniz??!

Dünya her zaman zorbalara karşı anlayışla yaklaşmanın, iyi bir insan olmanın işe yaramadığını gösteren örneklerle dolu… zorbalarla başa çıkmanın tek yolu onlardan daha zorba olmaktır, emin olun her zaman karşınızda benim gibi bir Gandhi bulunmayacak. Her zaman size pasif direnmeyecek.

Burası Türkiye trafikte camı açıp küfür ettiğiniz adamın, sizin önünüzü kesip kafanıza sıktığını izliyoruz haberlerde. 

O yüzden asla unutmayın, 

Eğer bir doğa yürüyüşünde önünüze çıkan hayvana tüfeğiniz elinizde ateş etmeye karar verirseniz, ıskalamayacağınızdan emin olun. Çünkü karşınızda küçük beyaz bir tavşan değil kodiak boz ayısı olabilir.

Bu aralar aslında ahtapot belgeselleri izlerdim olay dağ ayılarına nasıl geldi bilmiyorum. 

Dünyanın bir ucundan sevgilerle…


29 Ekim 2022 Cumartesi

Minik Şeyler

 Dünya’dan soğumuştum bir süredir. Uzun ve yoğun bir depresyon sürecindeydim. Neden vardık, olmasaydık ne fark ederdi ki? 

Tatsız tuzsuz bir hayat…


Hiçbir şey yapmak istemedim aylarca da yapmadım açıkçası…

Sonra internetin derinliklerinde bir yerde şunu dinledim; diyordu ki; evren sürekli bir hareket halindedir ve duran şeyleri sevmez. İnsanı aslında mutsuz eden şey hayatın bu akışı içerisinde hareketsiz kalmasıdır. 


Yani sabit bir noktada olamaz. Olmamalı…


Ve ufak şeyleri ne kadar sevdiğimi unuttuğumu fark ettim. 


Macaronu mesela…


Pembe minik macaronlar…


İşte hayat minik bir makarondan ibaret, gökyüzü ile yeryüzü arasına sıkışmış. 

22 Temmuz 2022 Cuma

Hiç sahip olmadığın/olmayacağın bir hayatı yaşamak

 Bende bir kusur var, herkes hep beni övdüğü için mi bilmiyorum, pohpohlanmaya alıştığım için mi yoksa bilmiyorum. Normal hayatımda karşıma çıkan herkesin de çok kolay ikna edilebilir olduğunu zannediyorum. Benden Zeki birisini görünce şaşırıyorum işte… Veya istediğimi almak için yaptığım şeyleri anladığında mesela…

Alttan aldığımı bildiğini öğrenince birinin hayatımın şokunu yaşıyorum.

Garip bir gülümseme var yüzümde sanki bulutların üzerinde bağdaş kurmuş oturuyorum onca sorunum olabilir ama her istediğime sahip gibi hissediyorum. Hatta sanırım başka bir şey istemiyorum. Yastığa başımı koyuyorum sol köşesinde dudaklarımın minik şeytani bi gülümseme… Başımı kaldırıyorum yastıktan sanki üstüme peri tozu serpmişler öyle bir mutluluk.

Ama hırsımdan da ölüyorum, bir çiçeği sever gibi sevemiyorum insanoğlunu… aidiyeti şahsıma ait bir mülkmüşcesine kimsenin dokunmasına izin vermeden sevmek istiyorum. 

Hani ergenmiş gibi lise talebesi… Önce sen kapatalı telefon konuşmaları yapmak uyurken sesini dinlemek ve üstündeki örtüyü çekip omuzların tutulmasın klimadan demek gibi bir şey…

Oysa o neden yaptığımı biliyor bunu, benim alttan alma şeklimin bu olduğunu, tartışarak didişerek biraz kaostan beslenerek gösterdiğimi sevdiğimi insanlara…

Söylemiyor ama anlıyorum sanki söylemesine gerek yokmuş gibi bana… Normalde olduğundan daha tahammülkar olmasından, her şeye karışmasından, varlığını dibime yanaştırmasından…

İnsanların görmediği bir şey görüyorum orada her şeye rağmen, onca öfke, onca küfür, onca hakaret ve sinirden oluşan bulutun arasında…

Sanki gelip beni biraz iyileştirir misin diyor… Yorulmak istemiyorum diyor bana…

Bağdaş kurup oturduğum ışık yüzmesinden bulutun içerisinden bakıyorum. 


Benim olsana sen diyorum içimden, ama içimden…

Bu sefer hiçbir şeyi mahvetmeyeceğim ve her şeyi mükemmel yapacağım biliyorum.

Acelem yok bir bulutta süzülüyorum. Güneş geçiyor, ay geçiyor, günler geçiyor…

Ben hala gülümsüyorum.


Zaten mutluluk dudağımızın kıvrımından minik bir mimikten ibaret belli belirsiz.

21 Haziran 2022 Salı

To be or not to be free

 Bu günlerde ekşi sözlükte Pınar Gültekin cinayetiyle ilgili cezaları az bulup isyan eden insanları okuyorum, bu bloğu da o yüzden yazmak istedim.

Evet bazen televizyondan gazeteden olaylara bakarken her şey olduğundan farklı görülebiliyor, insanlar bir öykünün başını dinlemeden sonunu duyduğunda ortada bir haksızlık olduğuna hükmedebiliyor. Uzaktan bakarken yani aslında her şeyi, herkesi ve her kararı yargılamak daha kolay.

Ama bu ülkede iyi şeyler de oluyor!

Benim için mesela uzun zamandır benim de sorguladığım bir soruydu insanlar gerçekten hak ettikleri cezaları alıyorlar mı sorusu…

Başkaları ne düşünür bilemem bence evet, alıyorlar!

Daha önce size ısrarla beni rahatsız eden birinden bahsetmiştim ve tüm kadınlara seslenmiştim korkmayıp şikayetçi olmaları için…

Size biraz da iyi şeylerden bahsedeyim. Sanal bir kimlik de olsanız size hakaret edilmesi, tehdit edilmeniz bu ülkede suçmuş…

Kadın olarak devletimizin savcıları (henüz tanışmak nasip olmasa da inşallah dava sürecinde kendileri ile tanışacağız) çok kısa sürede bir kadına her türlü iletişim kanalından ulaşmak dahil uzaklaştırma emri çıkartabiliyormuş davalar henüz işleme konulmuş olmasa bile…

Evet kabul ediyorum belki hukuk sistemimiz bu kadar yükü taşımakta zorlanıyor ve kabul ediyorum her meslekle ahlaklı dürüst ön yargısız insanlar olduğu kadar diğerleri de var ama sizce de şikayetçi olduğunuzun kaydı sisteme bile düşmeden, dava detaylarınız ortaya çıkmadan bu kadar hızlı kadını korumak için uzaklaştırma emri verilmesi bile çok büyük bir devrim değil mi?

Aile mahkemelerinin kadının yanında olduğuna olan inandım sayesinde artık kaygı duymuyorum. Spam klasörümü her gün defalarca kontrol etmiyorum, bugün meşgulken arayan numaralardan gelen mesajı görünce fark ettim haftalardır kontrol bile etmemişim. 

Korkmuyorum yani…

Hey dünya ben artık korkmuyorum!

Etrafımda herkes bunun hukukla çözülebilir bir yol olmadığını düşünüyordu. İlgilenmezler, devam eder, Türkiye’de davalar senelerce sürüyor gibi nice laf söylediler. Ben herkese bunu hukukla halletmek istiyorum dedikçe, çözemeyeceğimi söylüyordu herkes.

Evet belki bazı şeyler için geçerli olabilir bu, ama bazı şeyler için de değil!

Bakın! Bu ülkede bir kadın hukukla korkmama özgürlüğünü geri aldı eline…

Bekliyorum, hakaret edilmeme, tehdit edilmeme, rahatsız edilmeme haklarımı da geri almak için, ama barbarlıkla, şiddetle, bana yapıldığı gibi hakaretle küfürle, tehditle, psikolojik şiddetle değil; tam tersine hakla hukukla… avukatla, savcıyla, hakimle…

Bu dünyaya hepimizi bir kadın getirdi, azıcık ufaktan seviyoruz  yani dişil bir bireyi, annemizi, karımızı, kız kardeşimizi, kızımızı…

İnsan olmak azıcık sevmekle başlar zaten…

O yüzden annemiz gibi davranmalıyız tüm insanlara karşımızdaki, karımız, kız kardeşimiz, kızımız…


Yürekten inanıyorum ve sizinle de paylaşmak istiyorum tekrar umudunuzu kırmayın, olumsuz şeyler kadar olumlu şeyler de var hayatta bakacağınız yeri bilirseniz.

En azından deneyin…


Güçlü kadınlar, güçlü anneler yaratır.


Gökyüzünün 7 katından birinden sevgilerle 

14 Mayıs 2022 Cumartesi

Lütfen kıyafetlerimle ilişkimi sorgulamayın

 Beni yakından tanıyanlar bilir itiraf ediyorum ki ben bir alışverişkoliğim. Her insanın belirli hobileri vardır, spor yapmak, kitap okumak, garip Türkçe rap şarkıları dinlemek ve alışveriş yapmak…

Şu an ebeveyn banyolu 3+1 evimde artık yaşlanmaktan göbeği sarkmış birlikte büyüdüğümüz kedimle ve yığınla eşya ile birlikte yaşıyorum.  

Yıllar önce Netflix ve belgeseli yokken marie kondo’nun kitabını almıştım. Her objeyi elimize almamızı, her kıyafeti elimize almamızı ve buna ihtiyacım var mı bunu gerçekten seviyor muyum diye sormamızı istiyordu, ve benim sadece 300 tane sütyenim vardı. 

İşte o zaman anladım ki marie ve ben aynı stage lerden geçemeyeceğiz çünkü önümdeki 5 senemi evde eşya elleyerek geçirmem gerekebilir. Lakin yıllar içerisinde ben de kendime ait bir düzenleme sistemi geliştirdim. 

Bazı insanlar hayran oldular, bazıları bu kadar kuralcı olmanın yorucu olduğunu ve zaman kaybı olduğunu iddia etti ama bu benim hayatımı çok kolaylaştırdı.

Benim kadar çok alışveriş yapıyorsanız ilk olarak İKEA’nın ince plastik askılarından bir ton sipariş vermeniz gerekecek niye mi? Çünkü yer kaplamıyorlar. Böylece dolabınızda( benim bir çift tarafı dolaplı giyinme odam bir portmantom yatak odasında bir üç kapılı dolabım, şifonyerim, makyaj masam ve misafir odamda bazalı bir yatağım ve kıyafet askım var) 

Sırasıyla gidersek beni en çok zorlayan şey iç çamaşırı kostüm sirkülasyonum çünkü hepsini her görüşmeden sonra yıkıyor ve kurutuyorum. Havlu ve çarşaflar yorganlar gibi ürünler harici kurutma makinasına karşıyım.

Neyse bana göre ilk olarak fikren elbiseler, bluzlar, spor taytları, günlük taytlar, kumaş pantolonlar, kot pantolonlar, deriler, etekler, tişörtler, dışarı şortları, ev şortları, tulumlar, sütyenler, külotlar, çoraplar( bende üçe ayrılır kilotlu olanlar babet vs gibi pamuklular ve jartiyer çorapları)

Sonrasında mesleki deformasyon olarak peruklar, kostümler, kostüm olmayan iç çamaşırları, bikini ve deniz kıyafetleri ve sabahlıklar kendi aralarında organize olurlar. Ha bir de ceketler var. Paltoları askılıkta kuru temizleme poşetleri ile saklıyorum.

İşte bu kadar çok şeye sahip olunca her şeyi rengine göre dizmek çok önemli oluyor. Siyah ve beyaz elbiseleri bir yerde, renkli elbiseleri gökkuşağı renk geçişiyle bir yerde toplamak… bu bluzlar için ve tulumlar için de hayat kurtarıcı etekleri de asma yanlısıyım her askıya tek kıyafet olacak şekilde böylece hem sahip olduklarınızı görebilir hem de kombini daha rahat yapabilirsiniz. 

Benim için deriler spor taytları, normal taytlar, spor üstleri, spor sütyenleri, kot pantolonlar ve örme pantolonlar, şortlar her zaman katlanabilir olmuştur. 

Tişörtler büyük handikap yeterince yeriniz varsa asın ama giyerken tekrar ütü isteyecek o yüzden ben katlama yanlısıyım. Çarşaf ve yorganları baza altında saklıyor çantalarım için dolap gözleri kullanıyorum. Beni en çok takılar zorluyor iki kocaman takı gözlü gardrobum olmasına rağmen yine de sığamıyorum böyle durumlarda ahşap kutular temel şeyleri çözüyor yüzük kutusu gibi.

Kayak kıyafeti, bikini gibi kıyafetlerimi büyük ikea boxlarıyla kaldırıyorum. Aynı şey kostüm ve babydoll vs ler için de geçerli kıyafetlerin ufak parçalarını jartiyer kemerleriyle beraber çekmecede saklıyorum ki bulması kolay olsun. 

Yani demem o ki, evet 200 spor taytı, 350 elbise ile yaşayabilirsiniz hem de hiç zorlanmadan. Askı çok önemli askı…

Giyinme odamda bir askı kutum var kıyafeti giyince askıyı oraya atıyorum yıkananlar asılırken acayip kolay oluyor. Böylece sahip olduğunuzu unuttuğunuz kıyafetleri bulabiliyorsunuz. 

Bir gün de size makyaj malzemesi düzenlemeyi anlatayım…

Stressliyken etrafı toparlama dürtüsü olan pinodan sevgilerle 


Işıltılı kıyafetleri siyahla beyazın arasına koyuyorum 🐰 


Shine bright like a diamond

20 Nisan 2022 Çarşamba

Yakamızdan düşmeyen adamlar ya da fazla naz aşık usandırır

 Bazen görüşmelere gidiyorum tatlı bir telaş içerisinde oluyor insanlar çok hoşuma gidiyor ellerinin ayaklarının birbirine dolanması…

Belki çok bunu maddi odaklı bir iş olarak görmediğimden insanların karakterleri kim oldukları daha çok ilgimi çekiyor benim.

Yine böyle yeni tanışmaların birinde bir adamla karşılaştım, bence ilk bakışta normal biriydi, üzerine düşünmedim hemen ısrarla randevu istemesinden istediğini hemen elde etmek istemesinden kıllanmadım. Bu aslında benim için ilk red  flagti. 

Sonra özel hayatından bahsetti ne olursa olsun insanların özel hayatlarının deşifre edilmemesi gerektiğini düşünüyorum bir hastalık korkusundan… yanımdan benim için dua et lütfen beni ara nasıl olduğumu sor diyerek ayrıldı. İnsanız ya her insanın yapacağı gibi durumunu sordum. İyiymiş… her şey bundan sonra başladı…

İlk başta hayatının aşkı olduğuma inandı, beni daha tanımıyorsun bile dedim. Evlenmek istiyorum dedi, evlilik ciddi bir müessese emin misin bir sene iki sene insanlar birbirini tanımadan 15 günde evlenir mi dedim. 

Bu evlilik ısrarları ile geçen 2. Görüşmeden sonra hala zorla yüzük takalım illa evlilik moduna girince ben delirdim. Toptan çıkarttım hayatımdan. 

Berdel mi yapıyoruz ben niye zorla her gün evlilik konuşuyor zorla ne zaman evleneceğiz baskısı yaşıyorum? Evlenmek zorunda mıyım? Belki hazır değilim buna…

Sonra istediği olmadığında hakaret etmeye küfür etmeye başladı. Ertesi gün bunları yapan kendisi değilmiş gibi sinirin geçti mi mesajları atıyordu. Her yerden engelledim. Aklınıza gelebilecek her yerden bir ara iş yeri numarasından bile aradı defalarca aramalar(engelli olduğu için meşgulken arayanlara düşüyor) defalarca mailler…

Hakaret edip tehdit edip sonra kendisine kahve ısmarlamamı istiyor sonra istediği olmadığında beni ifşalamakla kadın cinayetlerinden dem vurmamdan bahsederek beni sindirmeye çalışıyordu. 

Öldürülmekten, tecavüze uğramaktan, başka tür fiziksel saldırılardan kaçmak için önce 2 ay farklı farklı otellerde kaldım sonrasında arada evimi taşıdım. 

Bir görüşmeye gidersem karşıma çıkar beni öldürmeye çalışır korkum yüzünden yeni görüşme kabul etmedim yeni insanlara dönüş yapmadım.

Bu dönem boyunca defalarca hesaplarını engellediğim halde yine yeniden hesaplar açarak beni takip etmeye devam etti. Spam klasöründe hala hiçbir şey olmamış beni tehdit eden görüşmem için şantaj yapan kendisi değilmiş gibi görüşme talebinde bulunduğu mailler duruyor. 

Bana maddi olarak verdiği zararı geçiyorum aylarca korkudan otellerde yaşamak, ev taşımak, adres değiştirmek, evin kapısından çıkarken önüne çıkar mı korkusuyla biber gazıyla gezmek, her kargo veya market siparişinde acaba mı diye sormak… geceleri seni kovaladığı, başka isimle otel odasında öldürmeye çalıştığı kabuslar görmek… 

Ve bunu sadece iki görüşmede 20 günde yaptı ve 4 aydır da hareketlerine devam ediyor. Ne zaman mutlu huzurlu hissetsem hemen yabani bir ot gibi bitiyor yanı başında hayatımın…

Önceleri kimliğim açığa çıkar, devlet zaten kadınları korumuyor diye düşünüp şikayetçi olmuyordum daha fazla saldırganlaşmasın diye… 

Ama konusunda uzman bir avukat tutup bu konuda mutlaka şikayetimi yapıp uzaklaştırma emrini alacağım.


Buradan da benim gibi psikolojik şiddet gören, taciz edilen, takip edilen ve susan diğer tüm kadınlara sesleniyorum!


Bu hayat bizim kimsenin özgürlüğümüzü de huzurumuzu da yaşam tarzımızın zerresini de elimizden almasına izin vermemeliyiz!


Problemli olan bizler değiliz, istenmiyorsun dediğinde gitmeyen, istenmiyorsun dediğinde ısrar eden, istenmiyorsun dediğinde hiç mi ya diye kendine yediremeyen ezik adamlar!


Bizse elimizin altından nice ülkeyi yönetmiş, nice özgürlükler ve haklar kazanmış kadınlarız!


Bir erkeğin arkasına da saklanmak zorunda değiliz çevremizdeki erkeklere de sorunumuzu çözdürmemiz çözüm değil! Asıl çözüm biz kadınlar olarak karşılarına geçip hakla, hukukla, devletin gücüyle bu insanlara direnmek!


Kadın cinayetleri kader değildir. Kadına hakaret eden, küfür eden, tehdit eden her erkek aslında psikolojik şiddet uygulamaktadır ve bu da bir ŞİDDETtir. 

Şiddet sadece Tokat atmak değildir, birisine kevaşe demektir,

Şiddet sadece birisini bıçaklamak değildir, kadın cinayetlerinden dem vuran gerizekalıya bak demektir.


Şiddet gitmesini bilememektir. 


Kadınlarımız için nice Özgür yıllara